Günümüzde ekonomik sıkıntıları en çok hisseden kadınlardır. Evde anne ve eş olmanın verdiği sorumluluklar, iş yerinde, değişik boyutlarda mobingler, sokaklarda her an korku ve endişe içindeler.
Bu toplumsal rizikolar kadının örgütlenmesine ve hemcinsleri ile dayanışmasının önemini daha çok artırmaktadır.
Her an kimin şiddetine veya tacizine uğrayacağı belli olmayan kadınlarımızın, öncelikle kendilerini anlayacak hemcinslerine ihtiyaçları var. Damdan düşenin halini damdan düşen anlar, sözünun özü olarak.
Günümüzde birçok kadın dayanışması içinde olan dernekler var. Fakat zaman zaman bakıyoruz kadınlarımız zayıfken; yardıma, desteğe ihtiyacı varken, bu kadınlarımıza herkes yardım elini uzatabiliyor. Düşkün ve yerdeyken elini tuttuğumuz kadınlarımızın yürümesini hatta koşmasını görmek bizi mutlu etmeli.
Zaman zaman bu konudaki gözlemlerim nedense bu aşamada kadınlarımıza destek veren bazı kişilerin bu gibi kadınlarımızı frenlemek, Yani ilerlemesine engel olmak gibi eğilimler içinde olduğunu üzülerek görüyorum.
Özellikle iş yerlerinde biraz ilerleyip kendini kariyer olarak geçme rizikosu olan hemcinslerinin mobingine uğradığını bile görmek mümkün.
Bu tespit sadece iş yerleri içinde geçerli değil siyaseti incelediğimizde siyasette de bu durumun böyle olduğunu üzülerek tespit etmek mümkün.
Hemcinsim ilerlesin ama beni geçmesin düşüncesi, benim etki alanım içinde olsun fikrinin bilinçaltında; bana bağımlı olsun yatıyor.
Kadınların daha önce yurdu olduğu hemcinsinin, bu noktadan sonra kurdu olma rolünü üstlendiğini görebiliyoruz ne yazık ki!
Bu role sık sık başvuran kadınlar, genelde aşağılık kompleksi olan, egosu tavan yapmış kişilikler.
Olgun, belli bir kültür birikimine sahip, özgüvenli insanlar yetenek ve vizyonu olup da destek bulamadığı için, bunu gösteremeyen kadınların elinden tuttuğunda ta zirveye kadar onun yanında olabiliyorlar.
Hatta gizli kalmış bir cevheri işlemişçesine mutlu oluyorlar.
Olması gereken ideal davranışın bu olduğunu düşünüyorum. İşte bu tutum içinde olan kadınlarımız, kadın kadının yurdu söylemini gerçekleştiren kadınlardır.
Elinden tuttuğu ve kaldırdığı hemcinsini kendine rakip görme, hatta kendi ilerlemesine engel görebilme güdü ve duygusu, bu kadınların kadın kadının kurdu söyleminin tam anlamıyla karşılığı olmaktadır.
Egolarımızdan kurtularak dayanışmanın vereceği sinerjiyi yakaladığımızda, birlikten dirlik doğar. Bir elin nesi var iki elin sesi var deyimlerinin karşılığını tespit etmek mümkün.
Dünyayı birlikte güzelleştirip, güzelleşen bu dünyada birlikte yaşamak var iken ,kıskançlık, hasetlik duygularından uzak, birlik beraberlik içinde yaşamak daha değerli değil midir?
Siyaset dahil her alanda liyakat ön planda olur ise, hiçbir kadın veya insan bir diğerine kendine rakip veya engel görmez.
Tam tersi liyakatli atama ve görevlendirmeler, adalet duygusunu besler ve büyütür.
Adil yönetildiğini bilmek kişilerin adalet duygusunu geliştirir. Adaletsizliklere engel olma misyonunu kazandırır.
Özellikle siyasi platformda mikro milliyetçilik bu adalet duygusunu en çok zedeleyen ve yaralayan unsurlardan biridir.
Adil olmayan bir şekilde belli bir göreve gelen kadın veya erkek, bu gerçeği vicdanında büyütecek bunun sonucunda hakkını yemiş olduğu kişilerin varlığı kendisini rahatsız edecektir. Çünkü karşısında bu kişilerin olması her zaman adaletsizliği hatırlatacaktır.
Zaman zaman adaletsiz bir şekilde belli bir göreve gelen kişi bu duygunun esiri olacaktır. Verimli uygulama ve projelere odaklanmak yerine kişilerle uğraşmaktan öz benliğinden tavizler vermek zorunda kalacaktır.
Diğer taraftan hakkı yenildiğini düşünen kişi bu haksızlıklar karşısında daha çok bilenecek. Bu çekişmeler içinde, hiç bir zaman ne siyasette ne iş dünyasında ne de sosyal yaşamda ilerleme kaydedilemeyecektir.
Türkiye liyakatsiz kadın yada erkek düşünce yapısına sahip kişilerin çiftliği olmaktan kurtulamazsa, hiçbir zaman Atatürk'ün bizler için belirlediği çağdaş hedefleri yakalayamaz diye düşünüyorum. Kadının yurdu egolardan uzak kadınların kalbidir.