Berna Deveci
Köşe Yazarı
Berna Deveci
 

Varlığın Yoksulluğu

  Cumhuriyetimizin 10. Yılı için bestelenmiş marşı, şüphesiz hepimizin en sevdiği en güzel bulduğu ve en çok içselleştirdiğidir. Ardından gelen nice on yıllar için birçok marş bestelenmiş ama hiç birisi 10. Yıl Marşı’nın yerine geçememiş, üzerine çıkamamıştır. Hele bir cümlesi var ki göğsümüzü kabartır. Coşturur herkesi. Yoksulluğun içindeki varlığın ne olduğunu hatırlatır bize: ‘’on yılda onbeş milyon genç yarattık her yaştan’’ Gerçekten de cumhuriyeti kuran kadro, Trablusgarp’tan Millî Mücadele'ye kadar yıllar içerisinde yüzbinlerce insanını yitirdiğini, bir o kadarının da sakat kaldığından dolayı aktif işgücünün dışında olduğunu, bu kayıpların yerine ivedilikle yeniden bir nüfus yaratması gerektiğini çok iyi biliyordu. [1] Cumhuriyet tarihimize bugünden geriye doğru dikkatlice bakarsanız, izlerini takip ederseniz, o yokluklar içindeki genç cumhuriyette yapılan hiçbir hareketin söylenen hiçbir cümlenin boşuna olmadığını; aksine çok ince hesaplanarak düşünülmüş adımlar olduğunu göreceksiniz. Cumhuriyet Türkiye'sinin çözmesi gereken başlıca sorunlardan biri nüfus meselesiydi. Zira, yeni kurulan ulus devlet açısından devletin ve rejimin devamlılığı yetiştirilecek yeni nesillere bağlıydı. Nüfusu arttırıp daha nitelikli hâle getirebilmenin ilk aşamasını ise oldukça yüksek olan çocuk ölümleriyle etkin bir şekilde mücadele etmek oluşturuyordu. Bu nedenle, ülkenin aydınları, sağlık görevlileri ve siyasetçileri iş birliği içerisinde sorunu çözmeye odaklandı. Çocuk ölümlerinin oranını düşürebilmek için çeşitli yasal düzenlemelere gidildi; halk bu konuda aydınlatılmaya çalışıldı. Sorunun nedenleri tespit edildikten sonra, çocuk ölümlerine sebep olan çeşitli salgın hastalıklarla mücadele edilmeye çalışıldı. Söz konusu mücadele, 1930'lu yılların başından itibaren ilk meyvelerini vermeye başladı ve çocuk ölümü oranlarında kayda değer düşüşler gözlemlendi. Bununla birlikte, çocuk ölümleriyle mücadelenin istenilen seviyeye ulaşılması noktasında bir hayli yol kat edilmesi gerektiği anlaşılmıştı. Çocuğun hem devletin geleceğini sağlayacak olan işgücünü hem de nüfusun niteliksel değişiminin itici gücünü oluşturduğu gerçeğinden hareketle, Erken Cumhuriyet Dönemi kadrolarının üzerinde en fazla durduğu meselelerin başında çocuk ölümleri sorunu gelmekteydi. (Yaşar ve Bahar, 2023) [1] Herhalde yukarıdaki alıntıyı yapmamdan konuyu nereye vardıracağımı anladınız! Yenidoğan çetesi! Arkadaş, sayın yetkililer sizin bu cumhuriyetle ne sorununuz var? Kemiklerini sızlatmaya ne hakkınız var atalarımızın! Değil ataların biz dirilerin bile kemikleri sızladı bu son olayla. Yetti artık dedik. Olur mu? Yapılır mı bu? Hangi devirde görülmüştür böylesine bir canilik. Haksız kazanç sağlamak kelimesi bile bu yaptığınızın yanında masum kaldı! O kazandığınız parayı afiyetle yediniz mi? Sevgili okuyucularım, bilmiyorum isyanımı daha nasıl anlatabilirim. Alıntıladığım makalede 1930’lu yıllarda çocuk ölümleriyle mücadelenin ilk meyvelerinin verdiğinden bahsediliyor. Yani 7 yılda aslında sadece ölümleri durdurulabilmiş. Henüz sağlıklı nesillerin yetiştirilmesine geçilememiş bile. Bu ne demektir tasavvur ediyor musunuz? Nasıl bir yoksullukla mücadele vermişler? Nasıl tehlikeli bir beka sorunuyla karşı karşıyaymışlar? Anlayabiliyor muyuz? Çok uzağa gitmeyin iki nesil önce benim dedem 4 yıl askerlik yapmış. Daha önce de bahsetmiştim. Bu yetişmiş nüfusun özellikle de erkek nüfusun azlığına çok çarpıcı bir örnektir. Devletin niteliksel nüfusa ulaşmasını bir kenara bırakın bir de bunun aile ve sağlıksız kadınlar sorunu var. Şöyle ki: Bir kadın bebeğini 9 ay boyunca karnında taşıyor. Hevesle ailesine bir can getireceği günü iple çekiyor. Sonra! Sonrası hüsran. Ya doğal sebeplerle ya da doğduktan sonra aşılarının tam olmaması, annesinin yetersiz beslenmesi ki -cumhuriyetin ilk yıllarında pastörize süt sorunu nedeniyle Atatürk Orman Çiftliği’nin kurulduğunu da unutmayalım- gibi sebeplerle çocuk yaşatılamıyor. Bu sadece devletin bir kaybı değil o bebeği özlemle bekleyen annenin, ailenin de kaybı. Bugün en iyi şartlarda doğum yapmış bir kadının fiziksel ve ruhsal olarak en az 1 yıl sonra eski sağlığına kavuştuğu bilimsel veriler ışığında ortaya konulmuştur. Bunu bir de bebeğini doğum sonrası kaybetmiş kadınlar açısından değerlendirdiğimizde mutsuz ve sağlıksız bir toplum tablosuyla karşılaşıyoruz. Moral olarak çökmüş, yeniden hamile kaldığında endişeli bir bekleyişe girmiş güvensiz ve kırılgan kadınlar… Bir kadının hayatta başına gelebilecek en büyük acı evlat acısıdır. 2014-2017 yılları arasında TÜİK tarafından elde edilen veri kaynaklarının analizi incelendiğinde Türkiye’nin nüfusunun yıllara göre azaldığı gözlemlenmiştir. Türkiye’de genç nüfusun artış oranın azalması gençlerin önemini arttırmaktadır. Yüksek öğrenim ve lisansüstü eğitim aldığı takdirde iyi bir işe gireceğini ümit eden gençler eğitimlerini lisans ile sınırlı tutmamakta, lisans üstü eğitime yönelmektedirler. [2] Bu ülkemizin niteliksel nüfusuna sağladığı katkı göz önüne alındığında çok değerlidir. Öte yandan yaşlanan nüfusun evliliğini geciktirmesi çocuğunu geç doğurması dolayısıyla azalan genç nüfus sorunları ile karşı karşıya kalıyoruz. Bu şimdi değilse bile önümüzdeki on yıllar içerisinde emeklilik, çalışan nüfusta azalma gibi problemlere neden olacaktır. Türkiye gençlere yönelik özel politikalar belirlemeli, genç nüfusun sahip olduğu potansiyeli avantaja çevirebilmelidir.  [2] Bilim insanlarımız her ne kadar birbirinden güzel araştırmalar yapıp bu değerli bulguları elde etmiş olsalar bile belli ki kimse bunları dikkate almıyor! Alıyor olsalardı bugün üç kuruş için sağlıklı bebekleri yoğun bakımlarda tutmazlardı. Bu son olaylar aslında bir kısım yöneticilerimizin ülkemizin çok varlıklı olduğu masallarının da sonunu getirdi. Çünkü varlıklı olan insanlar haksız kazançlara tenezzül etmez mesleğinin kalitesini düşürecek yanlış yollara girmez. Bugün Türkiye, cumhuriyetin ilk yıllarından daha yoksul bir durumdadır. Cumhuriyetin ilk yıllarında nüfus, bilim insanlarının çalışmalarına değer veren, çocuk ve gençlerini koruyup gözeten, yeni doğan bebeklerini yaşatmak için elinden geleni yapan kaliteli zengin kadrolara sahipti. Evet yoksuldu ama vicdan bakımından çok zengindi. Şimdi ise sağlıklı bebekler üzerinden para kazanmayı bile düşünen ahlak ve vicdan yoksulu varlıklı kadrolar var. Neyleyim ben böyle varlığı! Her karanlığın sonunda mutlaka bir aydınlık var. Ben inanmaktan vazgeçmeyeceğim. Belki hemen değil ama parlayacak ışık tünelin sonundan mutlaka! Gençlerimize güveniyorum. Nasıl ki bir genç çıktı 10. Yıl Marşı kadar coşkulu bir beste yapmayı en sonunda başardı. Parla dedi. Coşturdu bizleri. Bizim vicdanlı, insana bilime vatanına vatandaşına değer veren nice güzel sağlık personelimiz de var. Onurundan daha büyük bir zenginliğe ihtiyaç duymayan… Yararlanılan Kaynaklar: Yaşar, H. İzmir, B. (2023) “Çocukları Yaşat Ki Yaşasın Devlet”: Erken Cumhuriyet Döneminde Çocuk Ölümleriyle Mücadele.  DTCF Dergisi 100. Yıl Özel Sayısı (2023) Apaydın, Ç. (2020). Türkiye’de Gençlerin Yükseköğretimden ve Lisansüstü Eğitimden İşe Geçiş Süreçlerinin Yıllara Göre Değişimi. Yükseköğretim Dergisi, 10(2), 219-232. https://doi.org/10.2399/yod.19.018000
Ekleme Tarihi: 20 Ekim 2024 - Pazar
Berna Deveci

Varlığın Yoksulluğu

 

Cumhuriyetimizin 10. Yılı için bestelenmiş marşı, şüphesiz hepimizin en sevdiği en güzel bulduğu ve en çok içselleştirdiğidir. Ardından gelen nice on yıllar için birçok marş bestelenmiş ama hiç birisi 10. Yıl Marşı’nın yerine geçememiş, üzerine çıkamamıştır. Hele bir cümlesi var ki göğsümüzü kabartır. Coşturur herkesi. Yoksulluğun içindeki varlığın ne olduğunu hatırlatır bize: ‘’on yılda onbeş milyon genç yarattık her yaştan’’

Gerçekten de cumhuriyeti kuran kadro, Trablusgarp’tan Millî Mücadele'ye kadar yıllar içerisinde yüzbinlerce insanını yitirdiğini, bir o kadarının da sakat kaldığından dolayı aktif işgücünün dışında olduğunu, bu kayıpların yerine ivedilikle yeniden bir nüfus yaratması gerektiğini çok iyi biliyordu. [1]

Cumhuriyet tarihimize bugünden geriye doğru dikkatlice bakarsanız, izlerini takip ederseniz, o yokluklar içindeki genç cumhuriyette yapılan hiçbir hareketin söylenen hiçbir cümlenin boşuna olmadığını; aksine çok ince hesaplanarak düşünülmüş adımlar olduğunu göreceksiniz.

Cumhuriyet Türkiye'sinin çözmesi gereken başlıca sorunlardan biri nüfus meselesiydi. Zira, yeni kurulan ulus devlet açısından devletin ve rejimin devamlılığı yetiştirilecek yeni nesillere bağlıydı. Nüfusu arttırıp daha nitelikli hâle getirebilmenin ilk aşamasını ise oldukça yüksek olan çocuk ölümleriyle etkin bir şekilde mücadele etmek oluşturuyordu. Bu nedenle, ülkenin aydınları, sağlık görevlileri ve siyasetçileri iş birliği içerisinde sorunu çözmeye odaklandı. Çocuk ölümlerinin oranını düşürebilmek için çeşitli yasal düzenlemelere gidildi; halk bu konuda aydınlatılmaya çalışıldı. Sorunun nedenleri tespit edildikten sonra, çocuk ölümlerine sebep olan çeşitli salgın hastalıklarla mücadele edilmeye çalışıldı. Söz konusu mücadele, 1930'lu yılların başından itibaren ilk meyvelerini vermeye başladı ve çocuk ölümü oranlarında kayda değer düşüşler gözlemlendi. Bununla birlikte, çocuk ölümleriyle mücadelenin istenilen seviyeye ulaşılması noktasında bir hayli yol kat edilmesi gerektiği anlaşılmıştı. Çocuğun hem devletin geleceğini sağlayacak olan işgücünü hem de nüfusun niteliksel değişiminin itici gücünü oluşturduğu gerçeğinden hareketle, Erken Cumhuriyet Dönemi kadrolarının üzerinde en fazla durduğu meselelerin başında çocuk ölümleri sorunu gelmekteydi. (Yaşar ve Bahar, 2023) [1]

Herhalde yukarıdaki alıntıyı yapmamdan konuyu nereye vardıracağımı anladınız! Yenidoğan çetesi!

Arkadaş, sayın yetkililer sizin bu cumhuriyetle ne sorununuz var? Kemiklerini sızlatmaya ne hakkınız var atalarımızın! Değil ataların biz dirilerin bile kemikleri sızladı bu son olayla. Yetti artık dedik. Olur mu? Yapılır mı bu? Hangi devirde görülmüştür böylesine bir canilik. Haksız kazanç sağlamak kelimesi bile bu yaptığınızın yanında masum kaldı! O kazandığınız parayı afiyetle yediniz mi?

Sevgili okuyucularım, bilmiyorum isyanımı daha nasıl anlatabilirim. Alıntıladığım makalede 1930’lu yıllarda çocuk ölümleriyle mücadelenin ilk meyvelerinin verdiğinden bahsediliyor. Yani 7 yılda aslında sadece ölümleri durdurulabilmiş. Henüz sağlıklı nesillerin yetiştirilmesine geçilememiş bile. Bu ne demektir tasavvur ediyor musunuz? Nasıl bir yoksullukla mücadele vermişler? Nasıl tehlikeli bir beka sorunuyla karşı karşıyaymışlar? Anlayabiliyor muyuz? Çok uzağa gitmeyin iki nesil önce benim dedem 4 yıl askerlik yapmış. Daha önce de bahsetmiştim. Bu yetişmiş nüfusun özellikle de erkek nüfusun azlığına çok çarpıcı bir örnektir.

Devletin niteliksel nüfusa ulaşmasını bir kenara bırakın bir de bunun aile ve sağlıksız kadınlar sorunu var. Şöyle ki: Bir kadın bebeğini 9 ay boyunca karnında taşıyor. Hevesle ailesine bir can getireceği günü iple çekiyor. Sonra! Sonrası hüsran. Ya doğal sebeplerle ya da doğduktan sonra aşılarının tam olmaması, annesinin yetersiz beslenmesi ki -cumhuriyetin ilk yıllarında pastörize süt sorunu nedeniyle Atatürk Orman Çiftliği’nin kurulduğunu da unutmayalım- gibi sebeplerle çocuk yaşatılamıyor. Bu sadece devletin bir kaybı değil o bebeği özlemle bekleyen annenin, ailenin de kaybı. Bugün en iyi şartlarda doğum yapmış bir kadının fiziksel ve ruhsal olarak en az 1 yıl sonra eski sağlığına kavuştuğu bilimsel veriler ışığında ortaya konulmuştur. Bunu bir de bebeğini doğum sonrası kaybetmiş kadınlar açısından değerlendirdiğimizde mutsuz ve sağlıksız bir toplum tablosuyla karşılaşıyoruz. Moral olarak çökmüş, yeniden hamile kaldığında endişeli bir bekleyişe girmiş güvensiz ve kırılgan kadınlar… Bir kadının hayatta başına gelebilecek en büyük acı evlat acısıdır.

2014-2017 yılları arasında TÜİK tarafından elde edilen veri kaynaklarının analizi incelendiğinde Türkiye’nin nüfusunun yıllara göre azaldığı gözlemlenmiştir. Türkiye’de genç nüfusun artış oranın azalması gençlerin önemini arttırmaktadır. Yüksek öğrenim ve lisansüstü eğitim aldığı takdirde iyi bir işe gireceğini ümit eden gençler eğitimlerini lisans ile sınırlı tutmamakta, lisans üstü eğitime yönelmektedirler. [2] Bu ülkemizin niteliksel nüfusuna sağladığı katkı göz önüne alındığında çok değerlidir. Öte yandan yaşlanan nüfusun evliliğini geciktirmesi çocuğunu geç doğurması dolayısıyla azalan genç nüfus sorunları ile karşı karşıya kalıyoruz. Bu şimdi değilse bile önümüzdeki on yıllar içerisinde emeklilik, çalışan nüfusta azalma gibi problemlere neden olacaktır.

Türkiye gençlere yönelik özel politikalar belirlemeli, genç nüfusun sahip olduğu potansiyeli avantaja çevirebilmelidir.  [2] Bilim insanlarımız her ne kadar birbirinden güzel araştırmalar yapıp bu değerli bulguları elde etmiş olsalar bile belli ki kimse bunları dikkate almıyor! Alıyor olsalardı bugün üç kuruş için sağlıklı bebekleri yoğun bakımlarda tutmazlardı. Bu son olaylar aslında bir kısım yöneticilerimizin ülkemizin çok varlıklı olduğu masallarının da sonunu getirdi. Çünkü varlıklı olan insanlar haksız kazançlara tenezzül etmez mesleğinin kalitesini düşürecek yanlış yollara girmez.

Bugün Türkiye, cumhuriyetin ilk yıllarından daha yoksul bir durumdadır. Cumhuriyetin ilk yıllarında nüfus, bilim insanlarının çalışmalarına değer veren, çocuk ve gençlerini koruyup gözeten, yeni doğan bebeklerini yaşatmak için elinden geleni yapan kaliteli zengin kadrolara sahipti. Evet yoksuldu ama vicdan bakımından çok zengindi. Şimdi ise sağlıklı bebekler üzerinden para kazanmayı bile düşünen ahlak ve vicdan yoksulu varlıklı kadrolar var. Neyleyim ben böyle varlığı!

Her karanlığın sonunda mutlaka bir aydınlık var. Ben inanmaktan vazgeçmeyeceğim. Belki hemen değil ama parlayacak ışık tünelin sonundan mutlaka! Gençlerimize güveniyorum. Nasıl ki bir genç çıktı 10. Yıl Marşı kadar coşkulu bir beste yapmayı en sonunda başardı. Parla dedi. Coşturdu bizleri. Bizim vicdanlı, insana bilime vatanına vatandaşına değer veren nice güzel sağlık personelimiz de var. Onurundan daha büyük bir zenginliğe ihtiyaç duymayan…

Yararlanılan Kaynaklar:

  1. Yaşar, H. İzmir, B. (2023) “Çocukları Yaşat Ki Yaşasın Devlet”: Erken Cumhuriyet Döneminde Çocuk Ölümleriyle Mücadele.  DTCF Dergisi 100. Yıl Özel Sayısı (2023)
  2. Apaydın, Ç. (2020). Türkiye’de Gençlerin Yükseköğretimden ve Lisansüstü Eğitimden İşe Geçiş Süreçlerinin Yıllara Göre Değişimi. Yükseköğretim Dergisi, 10(2), 219-232. https://doi.org/10.2399/yod.19.018000
Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (1)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve okurmedya.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Gezgin 54
(20.10.2024 18:03 - #354)
Muhteşem
Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve okurmedya.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
(0) (0)
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.