Günümüz iş dünyasında, gökdelenlerdeki parlak ofislerin, etkileyici iş kartlarının ve hızla yükselen kariyerlerin ardında, çoğu zaman mutsuz ve tükenmiş insanlar var. Dışarıdan başarı örneği gibi görünen birçok çalışan, aslında ruhsal anlamda yıpranmış durumda. Kendilerini bir türlü doldurulamayan bir boşluk içinde hisseden bu insanlar, her gün işe gitmek için gösterdikleri çabayla değil, işten aldıkları tatminsizlikle tanımlanıyor.
Bir yönetici düşünün, büyük bir şirkette yıllardır ter dökmüş ve nihayet zirveye ulaşmış. Ancak her sabah yataktan kalkarken zorlanıyor, yoğun iş temposunda kendine zaman ayıramadığı için yaşamdan aldığı keyfi yitirmiş. Her ayın sonunda yüksek maaşını banka hesabında görmek, kısa süreli bir mutluluk verse de içindeki huzursuzluk hissi gitgide büyüyor. Bu yönetici, aslında hayatı boyunca bir lider olmayı değil, kendi başına bir şeyler üretmeyi hayal etmişti. Ne var ki yıllar içinde kendini kariyer basamaklarına kaptırıp bu hayalinden uzaklaşarak bir işkolik haline gelmiş.
Bir de satış temsilcisi örneği verelim. Günlük hedefleri var; her gün belli sayıda müşteriyle görüşmek, belirli miktarda satış yapmak zorunda. Her gün rakamlara odaklanarak çalışıyor, hedefleri tutturmak için stres altında koşturup duruyor. Ay sonunda şirket tarafından “en iyi satışçı” seçilse de bir süre sonra bu unvanın ona heyecan vermediğini fark ediyor. Çünkü işin yoğun temposu içinde kendine, ailesine ve arkadaşlarına neredeyse hiç zaman ayıramamış durumda. İşte bu temsilci, sürekli işte olmaktan dolayı kişisel bağlarını yitirmiş ve bu bağların boşluğunu derinden hissediyor.
Bir diğer örnek olarak, büyük bir reklam ajansında çalışan yaratıcı ekibi ele alalım. Ekip, şirketin en önemli müşterisine sunum yapmak için gece gündüz çalışıyor. İnanılmaz fikirler, yenilikçi çözümler geliştirmişler. Sunum günü geldiğinde büyük övgüler alsalar da hafta boyunca yaşadıkları stresin ardından yalnızca yorgun hissediyorlar. Bu ekipteki çalışanlardan biri aslında resim yapmayı çok seviyor, fakat iş yükünden dolayı aylarca eline fırça bile alamamış. İş dünyasının hızlı temposu içinde hayallerini bir kenara bırakmak zorunda kalmış olan bu çalışan, kariyerindeki başarıya rağmen kendini bir kaybolmuşluk içinde buluyor.
Aslında iş dünyasında sayısız insan bu duyguyu yaşıyor. Başarı, unvan, maaş gibi maddi ödüller bir noktaya kadar mutluluk sağlıyor, ama ruhsal bir boşluk hissetmeye başlayan çalışanlar, zamanla hayattan kopmaya başlıyor. Bu noktada çözüm, bir nebze de olsa durup kendimize dönmekte saklı. İşin, sadece para kazanmak için değil, aynı zamanda hayatımıza değer katacak bir alan olduğunu unutmamak gerek.
Kendinize bir yol haritası çizmek, kendi değerlerinize, tutkularınıza uygun bir rota belirlemek çok önemli. Hayatın yalnızca bir kısmını iş dünyasıyla sınırlamayıp, hobilerinizden sevdiklerinize kadar her alanı zenginleştirirseniz, gerçek anlamda tatmin duygusuna ulaşabilirsiniz.