Bazı insanlar için iş hayatı, sadece alın teriyle kazanılan bir ekmek kapısı değil; aynı zamanda bir taht oyunudur. Bu kişiler için kurumlar, ölene kadar hüküm sürmeyi planladıkları krallıklardır ve her yeni geleni potansiyel bir isyancı olarak görürler. Yetenekleri, azimleri veya iyi niyetleri ne olursa olsun, bu yeni gelenler tehlikelidir çünkü bir koltukluk taht, iki kişiye fazla gelir.
Bu yüzden başlar içten pazarlıklı entrikalar, patronun gözündeki değeri artırma çabaları ve sinsice kurulan tuzaklar… Hedef bellidir: Yeni gelenin kök salmasına izin vermemek, hatta mümkünse onu geldiklerine pişman edip sessizce kapıya yönlendirmek.
Öncelikle “dost” rolü oynanır. Güler yüzle yaklaşılır, güvenilir bir rehber gibi davranılır. Ama bu yüzeyin altındaki hesap başkadır. En küçük hatalar büyütülerek yönetime taşınır, başarılar küçümsenir ya da sahiplenilir. Patronun gözüne girmek için her türlü riyakârlık yapılır; gerekirse başkalarının emeği kendi hanesine yazılır. İş, yetkinlikten çok sadakat meselesine dönüştüğünde, liyakat kaybolur, dedikodu ve kayırmacılık ön plana çıkar.
Asıl ironik olan, bu insanların kendi güvenliklerini sağlama çabası içinde kurumun geleceğini de baltalamalarıdır. Gerçekten çalışkan ve üretken olanların barınamadığı bir yapı, zamanla çürümeye mahkûmdur. Ve belki de farkına varamadıkları en büyük gerçek şudur: Hiçbir koltuk ölene kadar kimseye ait değildir. Bir gün, en sağlam taht bile devrilir.
Öyleyse, koltuk sevdasından vazgeçip iş hayatını gerçekten üretmek, katkı sağlamak ve birlikte büyümek için kullanmanın vakti gelmedi mi? Çünkü unutulmamalı ki, gerçek başarı başkalarını aşağı çekerek değil, birlikte yükselerek kazanılır.