Öyle bir coğrafyada yaşıyoruz ki doğuya gidiyorsun çukur, engebeler, türlü bilinmezlikler içindeki sonu gelmeyen kanlı savaşlar; batıya gidiyorsun tek dişi kalmış canavarlar; kuzeye gidiyorsun soğuk ve karanlık Karadeniz ve onun gizemlerle dolu sağı solu belirsiz ülkeleri; güneye gidiyorsun sıcak, uçsuz bucaksız maviliğiyle capcanlı Akdeniz ve onun kıyılarında yaşam bulan sınırları kusursuz çizilmiş huzursuz devletler...
Türkiye, çevresi işte böylesi dört benzemez ile çevrilmiş ilginç ve kendine özgü bir ülkedir. Bugünlerde ise heyecanlı olaylara gebe. Suriye’deki gelişmeleri yakından takip ederek kendisine en uygun pozisyonu belirlemeye çalışıyor. Bugünün önemli bir özelliği daha var Suriye’deki olaylardan başka! Bugün 27 Aralık. Bundan tam 105 yıl önce Mustafa Kemal ve beraberindeki heyet Ankara’ya seymenlerin dansları ve alkışlar eşliğinde giriş yapmıştı.
Mayıs 1919'da 9. Ordu Müfettişi olarak Samsun'a varan Mustafa Kemal Paşa, bir hafta sonra Havza'ya gitti. Samsun ve çevresindeki karışıklıkları denetlemesi beklenirken o tam tersini yapıyor. İstanbul Hükümetince kendisine verilen görevlerin tam tersini yaptığı haberleri İstanbul’a rapor ediliyordu. Bunun üzerine İstanbul’a geri çağrıldı. Fakat o, dönmek yerine 12 Haziran'da Amasya'ya gitti. Buraya davet ettiği arkadaşları ve kendisiyle benzer görüşleri savunan yetkililerle anlaşarak Milli Mücadele'nin ilk bildirisi Amasya Genelgesi'ni yayımladı. Milletin bağımsızlığını yine milletin azim ve kararının kurtaracağı ve iki kongrenin açılacağı kamuoyuna duyuruldu. Bundan sonra dur durak bilmedi. Sırasıyla Tokat, Sivas, Elazığ ve Erzurum. Ardı ardına yapılan gizli toplantılar, halka açık bilgilendirmeler, örgütlenmenin zorunluluğuna yapılan vurgular ve Anadolu’da milleti temsilen kurulması gereken bir halk meclisinin gerekliliği sinyalleri… Artık hakkında toplanan deliller ayyuka çıkmıştı. Padişah kendisini son kez uyarıyor, İstanbul'a çağırıyor ve görevine son verildiğini bildiriyordu. (1) Hakkında tutuklama kararı dahi çıkmıştı. Ama Mustafa Kemal öyle bir heyecan yaratmıştı ki Erzurum’da padişahın resmi belgesini alan Karabekir Paşa, Mustafa Kemal’i tutuklamak yerine emrindeyiz diye selam durmayı seçti.
İşte böylesi heyecanlı, borç harç, bindikleri döküntü arabanın benzinini bile kredi ile alan bir gurup çılgın Türktüler onlar. Kısa sürede birbirlerine bulaştırdıkları azim ve kararlılık kartopu misali bütün Anadolu’yu sardı sarmaladı. Ankara işte bu uzun, yorucu kongreler ve toplantıların son durağı olacaktı. Yani Mayıs’ta başlayan maraton, halk ile buluşma, birleşerek örgütlü mücadelenin gerektiğini anlatma çabaları Aralık ayına gelince meyvesini vermişti. Samsun’dan başlayarak il il gezdiği yerlerde halkla ve silahlarını teslim etmeyen komutan, asker ve yerel güçler ile örgütlü bir direniş açıkça başlatılmıştı. Şimdi burada duralım. Düşünelim. Sorgulayalım. Neden? Neden örgütlü bir direniş? Neden milleti temsil eden bir meclis? Neden ille de alınan ortak kararlar? Onca kargaşanın, işgalin, yıkımın, yıkıntının içinde gerekli miydi?
Tabi ki gerekliydi. Hem de öyle çok gerekliydi ki! Bugün her ne olursa olsun Türkiye böylesi kaygan zeminlerle dolu sınırlara sahip olmasına rağmen sapasağlam ayakta durabiliyorsa o günkü örgütlü direniş, halkın temsilcilerinin verdikleri oybirliği kararları ve tek adam rejimini elinin tersi ile itmesine borçludur.
Dönelim komşumuz Suriye’ye bakalım. Ne olmuştu? Manda yönetimini kabul etmişti. Lider olarak halkın içinden çıkan kişi ve kişiler belli biat kültüründen gelmişti. İktidarlarını din temelli unsurlara oturtmuşlardı. Halkın büyük kısmı çıkarları ya da akrabalık bağlarından dolayı liderlik rolüne soyunanları alkışlamıştı. Tam bağımsızlık gibi söylemleri dile getirenler ya hapislere atıldı, işkenceler gördü ya da hunharca öldürüldü. Öldürtüldü.
Hiç şüphesiz Türkiye Cumhuriyeti Osmanlı İmparatorluğu’nun külleri üzerine kurulmuş bir Türk devletidir. Bu nedenle de ülkemizde birbirinden farklı etnik unsur yaşamaktadır. 1965'ten bu yana nüfus sayımlarında etnik köken sorulmadığı için nüfusumuzun ne kadarının hangi etnik gurubu kapsadığı bilinmemektedir. Bu bir kayıp değildir. Çünkü Anayasamızda da belirtildiği gibi Türkiye Cumhuriyeti bir bütündür ve bölünmez. Bölünmesi teklif dahi edilemez. Türk kelimesi burada bir etnik gurubu değil Türkiye Cumhuriyeti Devleti sınırları içinde yaşayan tüm halka denilmektedir.
Şimdi durduğumuz yerden devam edelim. İşte Mustafa Kemal ve bir gurup çılgın o yüzden Samsun’dan başlayarak borç harç aldıkları benzin ve yolda sık sık bozulan arabaları ile il il farklı grupları, etnik kesimleri gezdiler. Bölgesel direniş yerine birlik ve beraberlik, bir olma mesajları verdiler. Ve Mustafa Kemal öldüğünde cumhurbaşkanı yine meclis tarafından liyakatle seçildi. İşte Türkiye’nin kuruluş öyküsündeki şans ve fark buradan gelmektedir.
Bu bilgiler ışığında yine dönelim Suriye’ye. T.C. Ticaret Bakanlığı, 2020 verilerine göre Suriye’de %86 Müslüman (%60’ı Sünni, %16’sı Alevi), %12 Hıristiyan, %2 (Şii, Dürzi), %90,3 Arap, %9,7 Kürt, Ermeni ve diğer kimlikler bulunmaktadır. Arapça konuşulmakta, yaygın olmamakla birlikte Fransızca ve İngilizce de konuşulmaktadır. (2)
Dilerim Suriye’de kurulmakta olan yönetim de etnik kimliklerden uzak, demokratik, ulus bilinci ile bir devlet kurmayı başarır/seçer. Çünkü bölünmenin, ayrışmanın kimseye bir faydası olduğu şimdiye kadar görülmemiştir. Atalarımızın dediği gibi birlikten güç doğar. Bir elin nesi var iki elin sesi var. 2025 Yılına girmemize günler kaldı. Benim yeni yıldan tek dileğim tüm insanlığın birlikte dostça, kardeşçe, barışçıl bir şekilde, birbirlerine saygı ve değer vererek yaşamayı öğrenmesidir.
Yararlanılan Kaynaklar:
- Aytepe, O. (2002), 85. Yılında Mustafa Kemal Paşa'nın Ankara'ya Gelişi, Ankara Üniversitesi Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Atatürk Yolu Dergisi S 29-30, Mayıs-Kasım 2002, s. 31-38
- T.C. Ticaret Bakanlığı resmi web sitesi 2020 verileri. https://www.deik.org.tr/uploads/suriye-ulke-profili-2020.pdf (Erişim tarihi: 27.12.2024)