Bugün bulunduğu duruma gelmeden önce birçok evrim geçirmiş, çok katmanlı bir tarihe sahip olan Suriye’de yaşananları anlamak, halkını ve düşünce yapısını idrak edebilmek için öncelikle Fransız- İngiliz çekişmesini bilmemiz gerekiyor:
Aslında İngiliz Fransız çekişmelerinin ucu bucağı yok. Çok eski tarihlere dayanıyor. İki ülke hükümdarları çocuklarını evlendirerek akrabalık bağları kurmuşlar. Çocuklar büyüyüp babalarının, dedelerinin yerine geçtikçe de birbirlerinin topraklarında hak iddia etmişler. Bunlardan en ünlüsü İngiltere-Fransa arasında yaşanan yüz yıl savaşlarıdır: Fransa kralı 4. Charles ölünce Fransız baronlar, İngiltere Kralı 3. Edward yerine Fransa Kralı olarak 6. Philippe’yi seçiyorlar. Sen misin Edward’ı seçmeyen. Kıyamet kopuyor! Neden mi? Efendim, İngiltere Kralı olan 3. Edward’ın annesi İsabelle de France’dır. Yani Edward anne tarafından yarı Fransızdır. Öte yandan Fransız baronların kral olarak seçtiği 6. Philippe de ölen Fransa kralı 4. Charles’ın baba tarafından kuzeni şerefine nail olmuştur. (1) Hadi buyur buradan yak. Yandı mı iyice beyinlerimiz! İşte bu ve benzeri aile içi çatışmalar nedeniyle iki ülke yüzyıllar boyunca savaşmışlardır. Fransızlara göre İngiltere bir ada ülkesi ve Avrupa’ya karışmamalı. İngilizlere göre ise Fransa toprakları İngiliz hükümdarlarının hakkı olan kara parçalarıdır. Yani anlayacağınız elinde olmayan bir toprağa ahlar ile vahlar ile bakıp iç geçirmek sadece bize özgü değil bütün ülkelerin tarihinde böyle bir olgu var.
İngiliz-Fransız çekişmeleri her yüzyılda bir değişerek yeni hallere bürünmüştür. 1. Dünya Savaşı yıllarına gelindiğinde ise Avrupa devletleri artık kendi aralarında sulh ilan ederek birbirleri ile didişmek yerine yüzlerini Balkanlarda bulunan Avusturya- Macaristan İmparatorluğuna, Asya, Avrupa, Afrika ve Arap yarımadasında toprakları bulunan Osmanlı imparatorluğuna çevirmişlerdir. Tabi bir de başımızın belası Rusya var. Bir türlü sıcak denizlere inme hayalini gerçekleştiremeyen, ama bu hayalinden de vazgeçecek gibi görünmeyen.
19. yüzyıldan itibaren Avrupa-Amerikan destekli üniversitelerden mezun olan Suriyeli entelektüellerin Arap tarihi, dili, edebiyatı gibi çalışmalar sonucunda Arap milliyetçiliğini başlattıklarını görüyoruz. Aynı dönemde bazı Suriyeliler, idarî reform talebinde bulunarak Osmanlı idaresinin bölgedeki etkisini azaltmasını, yerel yönetimlerin etkisini arttırmasını talep etmişlerdir. Ayrıca birçok gizli cemiyet kurulmuş, yer altında gizlice örgütlenen, bağımsızlık savaşı veren guruplar da oluşmuştur. Bu dönemin en dikkat çekici ismi Mekke Şerifi Hüseyin’in oğullarından Faysal’dır. (2)
Bölgedeki gelişmeleri dikkatle izleyen İngiltere ve Fransa ise bölgeye hâkim olma yarışı içindeydi. İlk olarak sahada Suriye geçici bağımsızlığını destekleyen İngilizler görülmektedir. I. Dünya Savaşı sırasında Osmanlı’ya karşı Arapların desteğini alarak Ortadoğu’da Fransızlar karşısındaki konumlarını güçlendirmek istiyorlardı. Osmanlıların Hicaz’ın idaresini verdiği Haşim’i sülalesinden Şerif Hüseyin’le irtibata geçmişlerdi. İngilizler, Şerif Hüseyin’e bazı garantiler verdiler. Temmuz 1915 döneminde Şerif Hüseyin Arabistan, Suriye ve Mezopotamya dahil olmak üzere Arap topraklarının hepsinin bağımsızlığını istiyordu. İngilizler Şerif Hüseyin’e bütün Arapların temsilcisi olarak ilişki kurduklarını söylemişlerdi. Hüseyin’in İngilizlerle yaptığı görüşmeler sonunda vardığı sonuç: kendisinin Arapların kralı olarak kabul edildiğiydi. Ama Şerif Hüseyin için acı gerçek çok geçmeden ortaya çıktı. İngilizler Araplara, isyan karşılığında bağımsızlık sözü vermiş olmalarına rağmen savaş sonrası Hüseyin’in kendilerini yanlış anladığını söylediler. (2) Bu gelişmelerin yaşandığı döneme denk gelen iki önemli anlaşma Suriye tarihini şekillendirmiştir diyebiliriz. Birincisi, 16 Mayıs 1916’da imzalanan Sykes-Picot Antlaşması; ikincisi de 1917’de yapılan Belfour Deklarasyonu’dur.
Sykes Picot özü itibariyle 1. Dünya Savaşı başında Fransa, İngiltere, İtalya ve Rusya’nın Orta Doğu coğrafyasını gizlice paylaştıkları bir anlaşmadır. Fakat, 1917 Rus Devrimi sonrası Bolşevikler, aralarında Sykes-Picot’un da bulunduğu bir dizi anlaşmayı ve gizli diplomatik belgeleri yayımlayarak dünyaya ikiyüzlü Avrupa’yı ifşa etmişlerdir. 1917’de yapılan Belfour Deklarasyonu ise Siyonistlere de Filistin’de bir “milli yurt” vadeden anlaşmaydı. Peki bu iki anlaşma birbiriyle çelişmiyor muydu! Bal gibi de çelişiyordu. İyi ama bu da ne demekti ki? Efendim yanıtı çok basit. Avrupa kendi çıkarları için yalan söylemekten çekinmemekteydi.
Perdenin arkasında bu anlaşmalar imzalanırken perdenin önünde ise; 5 Haziran 1916’da oğullarının liderliğindeki Hicaz kabileleriyle birlikte Türklere karşı isyan çıkaran Şerif Hüseyin, Ekim 1918’de Türk ordusunun şehri boşaltmasının ardından oğlu Faysal’ın emrindeki kuvvetlerle Şam’a giriyordu. (2) Hemen hatırlatalım: Bu dönem Atatürk’ün Suriye’de savaştığı döneme denk geliyor. Burada neden bu bilgiyi sizinle paylaştım? Açıklayayım: Atatürk, Suriye’deki başı bozuk düzeni görerek Misak-ı Milli içine Suriye ve çevresini almamıştır. Misak-ı Milli, vatanını Avrupalı güçlere karşı koruyan unsurlar dikkate alınarak oluşturulmuştur. Onlar ile iş birliği yapanlar ile değil.
Faysal’ın Şam’a girişiyle Suriye’de iki yıl fiilî bağımsızlık dönemi başladı. Bu dönemde Faysal, Fransız birliklerinin bulunduğu sahil şeridi hariç, bütün Suriye’yi kontrolü altına almış, Büyük Suriye Kongresi’ni toplamış, özgür Suriye’yi ilan etmiş, kongrenin aldığı karar ile Mart 1920’de de Suriye Kralı ilan edilmiştir. Arapça resmi dil olmuş, Suriye Üniversitesi’ne bağlı bir Hukuk Fakültesi ve Şam’daki Arap Akademisi’nin bulunduğu okullar açılmıştır. Anayasa hazırlanması için bir komite bile kurulmuştur. (2)
Bu dönemde başlıca üç kuvvetin Arap milliyetçiliği ve Faysal’ın krallığının aleyhine çalıştığını görmekteyiz. Birincisi; İngilizlerin kuzeydeki Rus nüfuzunun yayılmasını durdurmak ve bölgedeki petrol çıkarlarını korumak için Doğu Mezopotamya’yı kontrol altında tutma isteği. İkincisi; Siyonizm ve Filistin’deki Yahudi emelleri. Üçüncüsü ise; Fransızların Ortadoğu’da bir güç olarak kalmaktaki kararlı tutumlarıdır.
Her şey İngiltere ile Fransa’nın, Suriye ve Lübnan’ın Fransız; Irak ve Ürdün’ün ise İngiliz nüfuzuna bırakılması için yapılan adımlar idi. I. Dünya Savaşı sonrası gerçekleşen 1919 Versay Barış Konferansında ABD Başkanı Wilson’un, Arapların bağımsızlık taleplerini gündeme getirmesi, Faysal’ın Arap tezlerinin dayanaklarını açıklamak için konferansa davet edilmesi hep bir yapbozun parçalarıydı. Sonuçta Faysal, taleplerine karşılık bulamadı. Faysal, Şam’a dönerek her şeye rağmen Suriye’nin bağımsızlığını sürdürebilmek için çalışmalarına devam etti. Ancak Fransa ve İngiltere, Suriye’nin bağımsızlığını tanımayı reddettiler. İtalya’nın San Remo şehrinde 1920 yılı Nisan ayında toplanan Yüksek İttifak Konseyi, Sykes-Picot Antlaşması’na uygun olarak Arap topraklarını manda yönetimlerine bölüştürmeyi başardı. Suriye’nin Fransız mandası olarak kabul edilmesinin ardından Fransız orduları Beyrut’tan hareket ederek Şam’a doğru ilerlediler ve zayıf olan Arap direnişini kolayca kırarak 25 Temmuz 1920’de Şam’a ulaştılar. Kral Faysal Avrupa’ya kaçmak zorunda kaldı. İngilizler 1921’de Faysal’ı Irak Kralı yaptı. Haşim’i ailesinden bir başka prens, Faysal’ın kardeşi Abdullah da İngilizler tarafından Ürdün Kralı olarak tanınmıştır. (2) Yani Ürdün ve Irak aynı ailenin fertleri tarafından yönetilen güdümlü ülkeler olarak tarih sahnesindeki yerlerini alırken Suriye bir süre daha bekleyecekti.
Yarın kaldığımız yerden devam etmek üzere şimdilik hoşça kalın.
Yararlanılan Kaynaklar:
- Dünya Tarihi Ansiklopedisi. Yüzyıl Savaşları. (2020) Mark Cartwright. Çev. Ayşe Ulutaş Erişim adresi https://www.worldhistory.org/trans/tr/1-18721/yuzyil-savaslari/
- Okur, M.A. (2009), Emperyalizmin Ortadoğu Coğrafyasından Bir Kesit: Suriye’de Fransız Mandası, Bilig Journal of Social Sciences in Turkish World, Yıldız Teknik Üniversitesi.