Bugün size cevabını çok iyi bildiğiniz bir soru sorarak başlamak istiyorum. Sizce Osmanlı döneminde mi yoksa şimdi mi gazeteciler özgürce yazılar yazmışlardır? Tabi ki şimdi. Bu da ne biçim soru dediğinizi duyar gibiyim. Hangi rejim cumhuriyet yönetimi ile karşılaştırılabilir ki! Demokrasiden daha güzel bir rejim var dünyada… İşte bizim Osmanlı da 1900’lü yılların başında bunu yavaş yavaş kavramış olacak ki 33 yıllık ara verdiği Meşrutiyeti rejimine 1900’lü yıllarda geri dönmüş; meclisini yeniden işler hale getirmiş; böylece fikirler daha özgürce, serbestçe ifade edilmiş; devlet politikası olarak " Eğitimin geleceğinin ne olacağı", "Halkın cehaletten kurtarılması" konuları gündeme alınmıştır.
Bu konudaki çarpıcı bir örnek, Kılıçzade Hakkı ve arkadaşlarının çıkardığı Hürriyet-i Fikriye (Günümüzdeki anlamı özgür düşünceler) Dergisinde "Latin Harfleri" başlığı altında yayımlanan yazı dizisidir. Hatta dergide Şeyhülislâm yahut Fetva Eminine soru sorulmuş cevabı istenmiştir. Bak bak bak sen! Koskoca İslam alimlerine, yani o dönemin yasama organının başı olanlardan birine soru sorulmuş! Soru günümüz Türkçesi ile şöyleydi: Farz edelim ki Fransızlar İslamiyet’i benimsemek istiyorlar. Bu illaki Arap harfleri ile yazı yazarak mı mümkündür. Eğer cevabınız evet ise cesaretimi mazur görün dünyayı bu şekilde Müslüman edemezsiniz. Cevabınız hayır ise Türklerin de Latin harflerini kullanmasına müsaade bahşeder bir fetva vermenizi rica etsem çok şey mi istemiş olurum…şeklinde özgürce fikirlerin ifade edildiği bir yazı dizisisydi bu.(1)
Bununla da kalınmamış, bugünkü Türk Eğitim Sistemimize de yön veren Ziya Gökalp adlı bir düşünür Türk milliyetçiliğini ümmetçilik, Osmanlıcılık gibi var olan akımlara karşı savunmuştur. Ziya Gökalp, kültürün en önemli ifade ve anlaşma aracı olan dilin ve yazının millileştirilmesi gerektiğini açıkça ifade etmiş ve demiştir ki: “Bu acayip yazı diliyle konuşmaya başlamış olsaydık bile bu yazı dili gerçekten milli dil olmazdı." (1)
Burada Ziya Gökalp’in dildeki etkisinin altını kalın çizgilerle çizmek istiyorum. Çünkü Ziya Gökalp Mustafa Kemal’in de ilham aldığı önemli bir bilim insanımızdır. Öyle ki Mustafa Kemal, “Benim iki babam var. Birisi Ali Rıza, diğeri ise fikirlerimin babası Ziya Gökalp’tir.” Diyecek kadar ileri bile gitmiştir.
İşte cumhuriyet, bu fikir temelleri üzerin kurulmuş, Türk Eğitim Politikası cumhuriyetin ilk yıllarında bu felsefeler üzerinde şekillenmiştir. Şunu unutmamalıyız: Mustafa Kemal hiçbir kararını enine boyuna düşünmeden bir gecede almamıştır. Onun karar ve devrimlerinin arkasında yıllar içinde okuduğu kitaplar, gazeteler; takip ettiği dünya felsefe ve akımları; dünyanın kabul ettiği genel geçer kurallar vardır. İşte Türk Harf İnkılabı da yine böyle uzun uzun düşünülmüş, tartışılmış, araştırılarak hayata geçirilmiş bir emeğin sonucudur. O kadar kendinden emindir ki; benim fikirlerim, düşüncelerim bilim ile çelişirse bilime kulak verin demekten çekinmemiştir. Daha Milli Mücadele döneminde, 7-8 Ağustos 1919 gecesi Mustafa Kemal’in Mazhar Müfit (Kansu)'i hatıra defteri ile birlikte yanına çağırarak ileride, Kurtuluş Savaşı kazanıldıktan sonra ülkede yapılacak olan yenilikleri yazdırırken, Latin harflerinin kabul edileceğine dair notu da düştüğünü biliyoruz.(1)
Eğitimin altı ne kadar oyulursa oyulsun; oyulan her oyuktan Atatürk etkisinin çıkması, izinin silinememesinin sebebi de budur. Altına imzasını attığı temeller kolay kolay terk edilebilecek olgular değildir.
Alfabe konusu, Azerbaycan Hükümeti'nin Latin kökenli bir yazıyı 22 Temmuz 1922 tarihinde kabul etmesi üzerine, Türkiye’de canlanıp yeniden ön plana geçmiştir. Azerbaycan Hükümeti'nin bu konudaki karan ile ilgili yazı, 31 Temmuz 1922'de Ankara'ya ulaşmıştır. (1) Elbette sadece batı doğu da takip ediliyordu. Özellikle Sovyet sınırları içindeki Türki Devletleri’nde meydana gelen gelişmelerden ilham alınarak fikirler yazılıp çiziliyor, sık sık tartışılıyordu.
1 Mart 1922'de Atatürk’ün, T.B.M.M.'nin üçüncü toplantı yılı açılışında; “takip edeceği eğitim siyasetinin temelinin öncelikle var olan cehaletle savaşmak, ilk hedefinin köylüye önce okuma yazma ve vatanını, milletini, dinini, dünyasını tanıtacak kadar coğrafi, tarihi, dini ve ahlaki bilgi vermek ve dört işlemi öğretmek”(1) olduğunu ifade etmesi önemlidir.
Şubat 1923'te ise ilginç bir gelişme yaşanmış, yapılmış olan bir iktisat kongresi’nde işçi delegelerinden İzmirli Nazmi ile iki arkadaşı Latin harflerinin kabulü hakkında bir önerge vermişlerdir. Fakat Kongre Başkanı Kâzım Karabekir Paşa "Konunun daha çok eğitimi ilgilendirdiği" ve "Latin harfleri İslâm birliğini bozar” gerekçesiyle toplantıda okumayı reddetmiştir. Paşa, bu konudaki görüşlerini, kısa bir süre sonra basına "Latin Harflerini Kabul Edemeyiz" başlığı altında demeç vererek açıklamıştır. O'na göre; “Latin harflerini savunanlar yabancıların propagandalarından etkilenmekte ve ülkeye zararlı bir fikir sokmaya çalışmaktadırlar. Türk dilini ifade edecek hiçbir Latin harfi yoktur. Bu fikirler Türk toplumunu etkilerse bütün İslâm alemi üzerimize hücum eder ve birbirimizi yeriz”(1) İşte geldik mi zurnanın zırt dediği yere! Bu yaşananlar belki de Karabekir ve Atatürk’ün fikir ayrılığının, ikisinin birbirlerinden uzaklaşmalarının ilk sebepleridir. Konuyu etraflıca araştıracak vaktim olmadığı için bu soruyu burada bırakıyorum. Bu da başka bir yazımın konusu olsun.
Karabekir Paşa gibi kudretli bir paşanın sözleri hemen alfabe tartışmalarını yeniden başlattı. Latin harflerini istemeyenler, Paşa'dan aldıkları cesaretle yeniden güçlü bir yayına başladılar. Bu yayınlara karşı, Latin harflerini savunanlardan Kılıçzade Hakkı, İçtihad dergisinde, "İzmir Kongresinde Latin Harfleri" başlıklı üç makale yazarak, Paşa'ya verdiği cevapta şu görüşleri ileri sürdü "Ne gariptir ki, yüksek bir tahsil görmüş çok zeki bir Kâzım Karabekir Paşa, o kadar bilgisi, tarihi, görgüsünden sonra sırf îlmi bir mesele olan Latin harflerinin kabulü arzusunu tenkit ediyor. Ve buna sebep olarak, İslam alemi ne der diyor. Evet alem-i İslâm ne der, işte bu kâbus!!! Bu açıklamadan sonra Karabekir Paşa hazretlerine soruyorum: Biz yalnız Müslüman mıyız? Yoksa hem Türk, hem Müslüman mıyız? Eğer biz yalnız Müslüman isek bize Arap harfleri ve Arap dili lâzımdır ve ilim olarak Kuran yetişir. Bunun yanında hakimiyet ve milliyet kavgaları ve davaları yoktur ve olamaz. Eğer Türk isek, bir Türk olarak her şeyden evvel dilimize hakim olarak millileşeceğiz. Herkesi korkutan ve softalara, avama karşı büyük bir silah teşkil eden meseleye geliyorum. Kuran Latin harfleriyle yazılır mı?" İşte böylece Ankara’da kıyametler kopmuş yine harfler üzerinden hararetle tartışmalar başlamıştır. (1)
Başta ifade ettiğim cümlemi tekrarlamak istiyorum: Demokrasiden daha güzel bir rejim var mıdır? Yoksa kimin haddine Karabekir Paşa’nın sözünün üstüne söz söylemek. Değil mi? Bugün de düşüncelerimizi özgürce öpözgür paylaşabildiğimiz için çok ama pek çok mutluyum. Yaşasın demokrasi yaşasın her konuda özgürce yazabilmek. Bir oh çekelim burada hep beraber.
1923 yılında Tunalı Hilmi Bey "Türkçe Kanun Teklifi" konusundaki öneride bulunuyor. İlk kez 1924 yılında Meclis'te Türkçe açıkça tartışılıyor. 25 Mart 1924'te TBMM'de söz alan İzmir Milletvekili Şükrü (Saraçoğlu) Bey, okuma-yazma konusuna değinerek, “Arap harflerinin Türk dilini yazmaya uygun olmadığını, halkın okuma-yazma oranının düşüklüğünün sebebinin Arap harfleri olduğunu, İslâm dininin okumayı teşvik eden bir din olduğu halde, harfler yüzünden halkın okuyamadığını ve bunun büyük bir dert olduğunu” belirtiyor. Şükrü Bey'in sözleri basında ve kamuoyunda da tartışılıyor.(1)
Türkiye açısından olumlu bir diğer gelişme ise Mart 1926'da, Bakü’de toplanan I. Türkoloji Kongresi'nde yapılan görüşmeler ve tartışmalar sonunda, Latin alfabesine geçiş prensibi benimsenmiş ve sonuç olarak her Türk kolu için Latin kökenli ayrı ayrı alfabeler oluşturulmuş, Kongre'yi izleyen yıllarda da uygulanmıştır. Sovyet halklarının içinde varlık gösteren Türk devletlerinin Latin harflerini benimsemesi Türkiye’deki çalışmaların hız kazanmasında etkili olmuştur.(1) İşte böylece Türkiye Cumhuriyeti de önündeki örneklere, dünyadaki gelişmelere bakarak ilerlemenin önündeki engelleri bir bir kaldırmıştır.
Aslında bu zaman çizelgesinde Mustafa Kemal pek bir şey yapmıştır diyemeyiz. En büyük savaşı Karabekir Paşa’ya o zehir zemberek yazıları yazan gazeteci Kılıçzade Efendi, 1860’ da Cemiyet-i İlmiye Derneğini kurup bir de üstüne Arap Harflerini o devirde acımasızca eleştiren Münif Paşa vermiştir.
Bu konuda emek veren ilerlemeye katkı sunan tüm emek verenleri saygıyla yad ediyorum. İyi ki yazmışlar, savunmuşlar, ilham alacak olanlara, ben yaparım diyecek olan önderlere ışık tutmuşlar.
Ama tarih öyle işlemiyor. Sonuçlara bakıyor. Hararetle yetmiş yılı aşkındır devam eden tartışmayı kim? Kim sonlandırmıştır? Hangi gözü kara bu işi ben yaparım diye elini taşın altına koymuştur? Tarih işte bu isimleri altın harfler ile yazıyor. Yok etmeye çalışanlara inat her taşın altından onların isimlerini çıkartıyor.
Size bilmediklerinizi anlatmak benim görevim. Ama bildiğiniz soruların cevabını vermek benim görevim değil. Siz onun kim olduğunu zaten biliyorsunuz.
Yararlanılan Kaynaklar:
1) Tongul, N (2004). Harf İnkılabı. Ankara Üniversitesi Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Atatürk Yolu Dergisi