Ne uzun oldu yazmayalı, kalemi elime alıp dökülecekleri merak ediyorum doğrusu. İçimde yazmayı beklettiğim birkaç konu var bu aralar en canlısı hayatın akışına güvenmek, akışta kalmak, an’da var olmak gibi konular. Kendimce anlamlandırdığım akışta kalmayı sizlerle paylaşacağım bugün, çeşitli kaynaklardan da destek alarak. Artık yazılarımda kavuşalım istiyorum, benim akışım uzunca bir süredir durgundu, öncesinde de oldukça fırtınalı günlerden geçip dalgalı bir denizin ortasında savruldu zihnim ve kalbim. Odağımı toparlamak zaman aldı biraz, hayatın koşuşturmasına kapılmak istedim, bırakmanın ve acele etmeden toparlamanın keyfini sürmek için belki de. Çünkü artık hemen olsun istemiyorum bir şeyleri, bu yaşımda bu halimle yavaşlamayı ve tadını çıkararak yaşamayı, bazen durup beklemeyi, bazen üzüntünün içinde kalmayı öğreniyorum, toparlanmak için hızlıca attığım adımlar savrulmama sebep oluyormuş çünkü. İnsan yaşadıkça deneyimliyor.
Akışta kalmak bana göre hayata tam teslimiyet halinde olmak.
İtiraf etmeliyim ki benim için yer yer çok zor, kontrolcü bazen kaygılı ve bazen de aman ağzımızın tadı kaçmasın süreçleri olumlu yönetebileyim halleri beni o anlarda akıştan uzaklaştırıyor. Sanki olacak olanları değiştirebilir ya da karşımdaki kişinin göstereceği reaksiyonları belirleyebilecekmişim gibi kaygıya düştüğüm anlar oluyor. Oysa şimdi düşününce ne yersiz korkular ve zihinsel düşünceler. Akış biraz da kontrolün sende olmadığını fark etmek.
Her şeyi salıvermek, umursamamak, bırakmak kesinlikle değil.
Etrafını saran çevrenin farkında olmak, kendini ve diğerlerini dinlemeyi bilmek ve emek göstermenin hırslı bir çabadan farklı olduğunu bilmek, böylece sonuçlar istediğin gibi olmadığında yıkılmamak. Çabasız olmak yıpranacak kadar gayret sarf etmemek, kişinin kendi çabasına ve emeğine güvenmesi demek aslında. Çünkü hayat geliyor başımıza, insanlar geliyor ve bu yoğunluk içerisinde kontrol kısmen biz de olabilir ancak onların bize davranışlarını duygularını belirleyemeyiz ya da başımıza gelebilen bir kazayı önleyemeyebiliriz. İşte tam bunların ardından verdiğimiz tepkiler bizim hayata olan güvenimizi, kaygılarımızı, korkularımızı yansıtıyor.
Yogada Ishvara Pranidhana olarak bilinen bir tabir vardır. Birçok kaynakta ‘Tanrıya teslimiyet’ olarak geçse de aslında bununla sınırlı değildir. Özünde, ilahi akışa ve yaşam yoluna güvenmek, kendi çabana ve emeklerinin sonuç vereceğine inanmak ve her şeyin olabilecek en hayırlı şekilde olacağını bilmektir.
Geçmiş veya geleceği düşünmeden yaşanan andan keyif almaya, anın içinde var olma ve keyifli-keyifsiz her anda hissedilen duygunun ardındaki dersi görebilmeye odaklanmak akışın içinden geçmektir. Bazen o akış bize keyifsiz duygular getirir, nerede ve nasıl olmak istemediğimizi gösterir, bazense yıllarca çaba sarf etsek de elde edemeyeceğimiz hazzın içinde buluveririz kendimizi. Akışta olmak çokça ne yaşadığının farkında olmak, bedenini dinlemek, duygularına ve ihtiyaçlarına kulak vermek, onların referansıyla yol almak aslına bakarsanız. Durmak, dinlenmek belki koşmak ama bunu yaparken de kendi halini gözetmek. Her birimizin akışı farklı, son zamanlarda kendi akışımda fark ettiğim şey, hayatın getirdiklerini zihnimle, çabalarımla hatta bazen keyfimce olmasını ne kadar isteyip efor sarf edersem o kadar olmadığını görmemle ilgili oldu. Bırakmak çokça cesaret istiyor aslına bakarsanız özellikle de zihinde kalmayı. Oysa bu cesareti gösterdikten sonra fark ediyorsunuz olacak olan oluyor, olmayan ya da olduğu kadar olan da bu versiyonuyla pakete dahil ve son hali.
O yüzden sevgili dostlar zihnimizin karanlık odalarında kaybolarak, hesaplayarak, hayatı ve duyguları kontrol etmeye çalışarak değil, hayatın içinden geçerek, anın tadını çıkarak duygularımızı fark ederek yaşayalım şu üç günlük dünyayı. Sevgiler…