Dünyanın bile içinize sığmadığı anlar oluyordur… Bazen sanki haykırsam yer yerinden oynar, dünya hizaya gelir ve benim içim yine de soğumazmış gibi geliyor.
Ben bu dünyanın bir parçasıyım.
Bu hayatın içinde ben de varım.
Hayat hepimize eşit davranmaz ancak hayatın hepimize sunduğu ortak imkanlar vardır. Doğmak, nefes almak, beslenmek, ölmek…
Hayat der ki: “Temel ihtiyaçların benden, gerisi sende…”
Bize bir yaşam verir.
Verdiği yaşamı nasıl kullandığımıza asla bakmaz ve öldüğümüz zamana kadar bize süre vermiştir.
Hayatı nasıl yaşadığımızla, hayat asla ilgilenmez.
Kendine ve etrafına faydalı mı olmaya çalışıyorsun?
Kendine ve etrafına zarar mı vermeye çalışıyorsun?
Hasta mı olmuşsun? Çaresiz misin?
Bütün ömrünü mücadele etmeye mi adamışsın?
Bütün hayatını keyif almaya mı adamışsın?
Yoksa Oblomov gibi yatağından hiç çıkmıyor musun?
Yoksa Atatürk mü olmuşsun?
Hayat bunların hiçbiriyle ilgilenmez.
Hayat bizi umursamaz, bizi insanlar umursar.
İnsan olarak, bize her şartta hayata uyum sağlamaya çalışmak dışında bir seçenek bırakılmadı.
Atacak ne kadar çığlığın varsa at, yine de duyulmayacaksın, yine de görülmeyeceksin ve yine de anlaşılmayacaksın. Boğazın patlayacak ve bir süre sonra artık sesin çıkmayacak. Sonra sessiz çığlık atmaya devam edeceksin: “Hey hayat, ben buradayım ve ben hala ölmedim… gücün yetiyorsa al beni, ben buradayım…” gibi tehdit eden sessiz çığlıklarını da at.
Hayat ile kavga etmek istiyorsan, tavsiye etmem ama madem öyle bir isteğin varsa onu da yap.
Böyle hayata sağlam bir yumruk at, sonra sağlam bir tekme… kafa at… üzerine çık kulağını kopar… saçlarını yol… dişlerini sök… kemiklerini kır… böyle keyif alarak şiddet uygula.
Sonra hayatın karşısına geç ve ondan sana yalvarmasını iste çünkü sen onu az önce çok iyi dövdün ve artık kimin patron olduğunu anlamıştır. Hayatın sana “Lütfen daha fazla yapma, bana merhamet et” dediğini hayal et. İşte tam o an hayatın suratına en sağlam tokadını yapıştır ve “Sen bana yaparken iyiydi… bana merhamet ettin mi! Şimdi sıra bende… nasıl oluyormuş…” diyerek daha şiddetli tekme tokat dal.
Sen bunları yaparken hayatın yere kapaklandığını ve kendini korumaya çalıştığını hayal et. Sen onun savunmasız, çaresiz, güçsüz halini görünce daha da öfkeleniyorsun ve ona daha güçlü vurmaya devam ediyorsun… Vururken de şöyle bağırıyorsun: “Ölme! Sakın ölme…”
Sen vurdukça öfken azalmıyor, daha da artıyor… Gözünün önünden yaşadıkların geçiyor… çektiğin acılar geliyor ve vurmaya devam ediyorsun… hoşuna gidiyor… kendini kaybediyorsun… ama vurmaya devam ediyorsun…
Şimdi burada biraz kalalım.
Burada kalmak istediğiniz kadar kalın… okumaya sonra devam edebilirsiniz.
Belki de saatlerce bu tempoda vurdun… sonra yoruldun… Ama işin henüz bitmedi… Hayatı bir odaya kapatıyorsun ve ona “Dinlenip tekrar geleceğim” diyorsun. Yoruldun şimdi… acıktın da… belki tuvaletin de gelmiş olabilir.
Tam da bu anda fark ediyorsun: “Ben insanmışım… yoruldum, acıktım, tuvaletim geldi… keşke bunlar olmasaydı… ne güzel hayatı köşeye sıkıştırmıştım ve dalıyordum. Nereden çıktı şimdi bu yorgunluk, acıkma, tuvalet vs.…”
Sonra diyorsun ki: “Olsun tamam, hayat nasılsa elimde… köşeye sıkıştırdım… şu ihtiyaçlarımı gidereyim ve dinleneyim, sonra yine devam ederim” deyince böyle rahatlama geliyor.
Öfkeliyken kafanın üstünde ve arkasında biriken gerginlik, oradan aşağı doğru azalıyor ve yayılıyor… yerini rahatlamaya bırakıyor… rahatlama hissi vücuduna yayılıyor… kasların gevşiyor… hoşuna gidiyor.
Böyle pamuk gibi hissediyorsun kendini…
Bu his ile de burada biraz kalalım.
Burada kalmak istediğiniz kadar kalın… okumaya sonra devam edebilirsiniz.
Hayatı çok güzel alaşağı ettin… sana yalvardı bile, senden korkuyor artık. Yenilmedin, aksine intikamı da aldın.
Bu inanılmaz bir haz…
Bütün insanlar bu hazza sahip olsun isterim.
Bu haz sonrası ise yoruldun. Buraya kadar yazdıklarım sana da “Gayet insancıl, her insanın yaşayabileceği şeyler” olarak gelmiyor mu?
Peki, bu kadar öfke neden var? Bu kadar hayal kırıklığı neden var?
Yukarıda okuduğun gibi, hayatı bir odaya koymayı başardın ve istediğin her an o odaya gidip tekrar ağzını burnunu darmadağın edebilirsin.
O zaman bu kadar duygu yalpalaması neden var?
Duygularımızın ne zaman ya da nerede oluşacağını bilemeyiz. Bu, tıpkı hayatın nasıl geleceğini bilemediğimiz gibidir. Öngörü yapabiliriz, plan yapabiliriz ama asla hayatın nasıl geleceğini tam olarak bilemeyiz.
Hayatın çalışmadığımız yerden sormak gibi de bir huyu vardır.
Adaptasyon yeteneğimiz, yani her şarta uyum sağlayabilme yeteneğimiz, en büyük yeteneğimizdir. Duygularımızın ne zaman ya da nerede belireceğini bilemeyiz ve onları kendimiz için birer motivasyon kaynağı olarak kullanabiliriz.
Duygularımıza istediğimiz anlamları yükleyerek istediğimiz şekilde kullanabiliriz. Buna bilinç denir. Bilincimiz eğitilebilir. Bilincimizi kullanmazsak, bizde beliren duygularımızı bilinçdışı ilkel halimiz alıp depolar ve “bilinçaltı” dediğimiz yere götürür.
Bilinçaltındaki bilgilerimiz tekrar bilincimize gelene kadar orada kalır. Travmalarımız da oradadır.
Şiddetsiz İletişim’in ilk adımı olan “Gözlem” adımıyla tekrar bilincimize getirebilir ve sonrasında “Duygu-İhtiyaç-Rica” adımlarıyla istediğimiz gibi dönüştürüp kullanabilmemiz için çalışabiliriz.
Bunu ancak eğitimle ve bu yolda olan insanlarla beraber dönüştürebiliriz. Yıllarca sürer… bu eğitimi ömrünüzün sonuna kadar çalışsanız da bitiremezsiniz.
Yol ömürlüktür.
Yolda devam ederken sürekli anlam ararız. Anlam aramıyorsanız ya yolda değilsiniz ya da insan değilsinizdir.
Anlam yüklemeden duramıyoruz ama hayata ne anlam yüklersek yükleyelim, onun umurunda bile olmadığımızı umarım anlatabilmişimdir. Kendi kendimize gelin güvey oluyoruz…
Öfke, insanın doğasında vardır ve doğduğumuzda hamdır, yontulmamıştır.
Öfke duygusunun altında, karşılanmayan ihtiyaçlar ve maruz kalınan davranışlar vardır. Bunlar genelde “Yok sayılma, görülmeme, duyulmama, anlaşılmama, tehdit edilme, fiziksel ya da psikolojik zarar görme” gibi maddelerdir.
Bu maddeler daha da artırılabilir ve bunların her biri için üzerinde çalışmaya değer. Öfkeyi yönetmek ve ondan beslenmek mümkündür.
Biz öfkelendiğimizde aslında hayata önem veriyoruz ancak hayat bize önem vermez çünkü biz hayata muhtacız, o bize değil.
Hayat’a teslim olmak ve ona uyum sağlamaktan başka bir şeyle uğraşmak anlamsızdır. Hayat ile kavga anlamsızdır.
Biz sadece insanız.
Gerçekler hayati öneme sahip olabilirler ancak içinde sevgi yoksa, katlanılmazlardır.
Sağlıkla kalın