Yoğun bakımda geçen günler uzadıkça moralimiz bozuluyor ancak kayınvalidem “İyileşip
çıkacak. Ben biliyorum ve inanıyorum” diyerek sürekli pozitif tarafta kalmamızı sağlıyordu. Bu
manevi destek süreç boyunca çok değerliydi.
Kayınpederim, yoğun bakımda 50. gününde uyanmaya başlamıştı. Dr’lar “Bu durumda yoğun
bakımda daha fazla kalmasına gerek yok, burada yapılabilecekler artık palyatif bakımda da
yapılabilir. Orada ailesiyle beraber olabilecek ve daha hızlı toparlama ihtimali olabilir …” diye
bize bildirdiler ve 61. günde yoğun bakımdan sonra palyatif bakıma alındı.
Daha önce palyatif bakım tecrübesi olan tanıdıklarım vardı, onlarla konuşmuştum. Palyatif
bakımın; “Son günlerini ailesiyle birlikte hastane şartlarında geçirsin“ şeklinde tedirgin edici bir
algısı vardır.
Daha fazla vakit geçirebileceğimizi düşünmekle beraber, palyatif bakım şartlarını bilmiyorduk.
Oradaki süreç şöyle; her gün 2 saat aralıklarla yapılması gerekenler “Trakeostamisi olduğu için
2 saatte bir aspirasyon yapılmalı yoksa boğazı tıkanabiliyor. Şırıngayla mideden direk beslendiği için şırıngaların dozaj ayarı yapılarak yavaş yavaş enjekte edilmesi gerekiyor. Yemek, su ve ilaçları belirli aralıklarla veriliyor, bu döngü 1 saat 10 dk sürüyor ve gün içinde 8kez tekrarlanıyor. Şırıngayla beslendikten sonra açılı şekilde yatmalı yoksa boğazına kaçma ihtimali bulunuyor. 2 saatte bir yatak yaralarının oluşmasının engellenmesi için pozisyonlama yapılmalı ve ihtiyaç oldukça büyük abdest temizliği düzenli yapılmalı.
Palyatif bakım öyle bir döngü ki, refakatçi zorunlu ve 24 saat nerdeyse hiç uyumadan
ihtiyaçlarını adım atlamadan eksiksiz karşılamanız gerekiyor. Bu, tam anlamıyla vardiyalı
sistemle yönetilebilecek profesyonel hemşire/ hasta bakıcı işi.
Bu işleri ise hemşireler özellikle hasta yakınlarına yaptırıyorlar çünkü palyatif bakım sonrası
evde bakmaları gerekirse, günlük bakım rutinleri bunlar olacağı için hemşireler hasta
yakınlarını eğitmeye çalışıyorlar.
Bu döngüyü eksiksiz şekilde iki kızı süreç boyunca yaptı.
Bunları yapmak Palyatif bakımdaki bir hastanın günlük rutin ihtiyaçları. Bunların yanında 60 gün yoğun bakımda yatan bir hastanın, el kol hareketlerini, hafızasını ve moralini güçlendirmek için yapılması gereken ödevlerde var. Kalem tutarak yazı yazma pratikleri, trakeostami olduğu için konuşma pratikleri ve beraber geçirdikleri güzel anıları anlatarak hafızasını güçlendirme pratikleri, yatmaya bağlı kas kaybını tekrar sağlamak için fiziksel aktiviteler, oluşan yatak yaralarının günlük pansumanı vb …
Hepsini iki kızı muntazam yaptılar ve yaptıkları insan üstü çabayı gösterebilmenin tek
mantıklı açıklaması olabilir, “Sevgi“.
Burada bahsetmeye çalıştığım kritik nokta, “Babalarıdır, zaten yapmaları gerekir…” şeklinde
görev bilinciyle yapan insanlar sadece görevlerini yerine getirecek kadar yapabilirler.
Baba - evlat ilişkisi ötesinde, aralarındaki “Sevgi” bağı sayesinde normal şartlarda yapılamayacak
şeyler, yapılır hale gelebiliyor. İşte tam bu nokta, artık Dr’ları bile şaşırtan tıbbın ötesine evrilen süreçlerin başlangıcı oluyordu çünkü bu noktadan sonra kayınpederimin yatalak kalması, konuşamaması, hafızanın yerinde olmaması gibi durumlar Dr’lar için normal şeyler ve bunların oluşması halinde Dr’lar “Bizlerin buradaki amacı her hastayı rahatsızlık geçirmeden önceki haliyle ailelerine teslim etmektir. Bunu yapamıyorsak, hastanın kendi ihtiyaçlarını giderebileceği şekilde ailesine teslim etmektir. Bunu da yapamıyorsak, ailesine en az yük oluşturacak şekilde ailesine teslim
etmektir. Bunu da yapamıyorsak, ailesinin de izniyle son zamanlarını en az acı çekeceği şekilde teslim etmektir. Yapabileceklerimiz bunlar ve zaman içerisinde tekrar kendini toparlama ihtimali her zaman vardır. Allahtan ümit kesilmez” şeklinde açıklama yapıyorlardı. Bu arada sırası gelmişken, Dr’lar ve sağlık personellerimize çok teşekkür ediyorum. Onlar görevlerini yaptılar. Kayınpederim ve iki kızının olağanüstü mücadelesi, Dr’ların üzerlerine düşeni yapmaları sayesinde olmuştur.
Bunlarla beraber, kızlarının onun için nasıl uğraştığını gören kayınpederim, hayata tutunmak
ve eskisi gibi olabilmek için olağan üstü çaba göstermeye başladı. İyileşme hızı, iki ay yoğun bakımda yatmış ve ilk 50 gün bilinci olmayan, 66 yaşında birine göre şaşırtıcı şekilde hızlıydı.
Bilinci yerine geldiğinde, yaşadığı beyin kanaması ve sonrasındaki 50 günü hatırlamayan, uyandığı zaman boğazında, midesinde hortumlar gören, kas ve kilo kaybı yaşayan, fiziksel olarak sıfırdan yürümeyi, konuşmayı öğrenmeye çalışan, yoğun bakımda yattığı süre boyunca yatak yaraları oluşan ve tedavi boyunca maruz kaldığı ağrılara göre epey hızlı iyileşme gösteriyordu.
Bu yaşadıklarını kendine yakıştıramayıp bir an önce toparlanmaya çalışıyor ve “ailemin bana ihtiyacı var” diyerek gelişim gösteriyordu. Kayınpederim gelişim gösterdikçe, kızları onun için yaşadığı zorluklarla daha fazla mücadele ediyor, iki kızı mücadele ettikçe kayınpederim iyileşmek için daha fazla uğraşıyordu. Bazen yorgunluklar artıp, sabırların tükendiği zamanlar olsa da sürecin günden güne iyiye gitmesi değişmiyordu.
Dünya üzerinde, yaşadığımız sağlık sorunları için ne kadar iyi hastane, ne kadar iyi Dr’lar ve
sağlık personeli olsa da eğer hasta iyileşme göstermezse imkanların bir anlamı kalmıyor.
İnsanın iyileşme gösterebilmesi için, ihtiyacı olan motivasyon, yaşama isteği dışında birşey
olamaz. Yılgınlık ve yorulma olabilir ancak bu durumlarda gerekli destek gelmezse iyileşme olmayabilir yada olması gerekenden çok daha uzun sürebilir.
İnsan olarak birbirimize bağlı ve benzer şekilde bağımlı olmamız, bu Hayat içerisindeki müthiş
bir denge olduğunun göstergesi değil mi?