“Bu dünyanın daha fazla başarılı insana ihtiyacı yok. Aksine, barışçıl, iyileştirici, onarıcı, öykücü ve sevgi dolu insanlara ihtiyacı var”. – Dalai Lama
Bu sözü duymuş olabilirsiniz ve birçok kişi bunun doğru olduğuna inanabilir. Ancak, ben gerçekçi bulmuyorum. Hayatın alfabesiyle uyumsuz olduğunu düşünüyorum.
Daha önceki “Alfabe” yazımda sevgi ve nefretin aynı tohumdan filizlendiğini belirtmiştim. Başarıya ulaşmak isteyenler, eğer sevgi dolu ve iyileştirici olmanın yollarına engel olacağını düşünürlerse, bu özelliklere sahip insanları kendi çıkarları için kullanmaktan çekinmezler. Tarih boyunca, insanlar kolaylık ihtiyaçlarını karşılamak adına şiddete, manipülasyona ve sahtekarlığa başvurmuştur. Bu yüzden sadece sevgi dolu, güvenilir insanları artırmak yerine, sevginin neden önemli olduğunu bilen insanların sayısını artırmaya ihtiyacımız olduğuna inanıyorum.
Sevgi dolu, iyileştirici bir insan olmak, başarılı olmanın önünde bir engel değildir; aksine, başarıyı artırır ve paylaştıkça daha büyük başarılara ulaşmayı sağlar. Buna rağmen, bazı insanlar şiddet, manipülasyon ve sahtekarlığa başvurmayı sadece kolaylık için değil, bu tür eylemlerden aldıkları haz nedeniyle de tercih ettiklerine inanıyorum. Tıpkı sevgi ve iyileştirici eylemlerin mutluluk verici olduğu gibi, kötü davranışlar da bazı insanlar için tatmin edici olabilir. Bu nedenle, insanların bu tür kötü davranışlarından vazgeçemediğini düşünüyorum.
Dalai Lama belki de kendini eksik ifade etmiş olabilir. Çünkü insanlar çoğu zaman gerçeği değil, görmek ve duymak istediklerini kabul etmeye eğilimlidirler. Gerçekler sıkıcı ve acı verici olabilir. Hayatın kendisi de böyle olabilir. Ancak, kötü olmak bir seçimdir ve kötü bir seçimdir.
Kendine ve hayata katkı sunabilmek, en sağlıklı mutluluk kaynağı olabilir. Bunu gerçekleştirmek ise yaşamı tehdit olarak hissetmeden mümkündür. Yaşamak, bana sonsuz bilinmezlik içinde var olma yolculuğu gibi geliyor. Bu yolculukta sonsuz tehlikeler olduğu kadar sonsuz mutluluk da vardır. Eğer seçim şansım olsaydı, yalnızca kolay ve mutlu eden seçenekleri tercih ederdim. Ancak, bu seçim hakkı bize bırakılmıyor.
Aidiyet, sevgi ve kabul görme ihtiyacı, tüm insanlar için ortaktır. İnsan kendini dışlanmış, sevgisiz, çaresiz ve desteksiz hissettiğinde, bu durumu kabullenip öz şefkat göstererek yaşamına devam edebilir. Köşeye sıkıştığını düşünen kişi, bazen saldırganlaşabilir. Bu da karşılanmamış ihtiyaçlardan kaynaklanır.
Her insan hayatında en az bir kez yalnızlığı, sevgisizliği ve dışlanmayı deneyimlemelidir. Kendine sevgi, özsaygı ve şefkatle bağlı olan birey, yaşadığı tüm zorluklara rağmen hayata tutunur ve istediği gibi yaşamak için çaba gösterir. Bunu son nefesine kadar sürdürür.
Bu durumu erdemli bir davranış olarak görmeyin lütfen. Kendine değer veren insan, intihar etmez. “Hayat benden canımı alacaksa alsın, ama ben bunu kendime yapamam” bilincine sahiptir. Çünkü kendine verdiği değerin ve hayatı boyunca verdiği mücadelenin farkındadır. Hayat ona zarar vermiş olsa da o, kendine zarar vermez. Aksine, her gün yaşadıklarına rağmen kendine sevgiyle, özenle yaklaşmaya devam eder ve geri kalanı yine hayatın ona sunacaklarına bırakır.
Kendine değer veren insan, hayatla mücadele edemeyeceğini bilir çünkü hayat, insanın dengi değildir. Bununla beraber, kendisinin önemli olduğunu da bilir. Hayattan geleni “Başımın üstünde yeri var” diyerek her defasında elinden gelen en iyi şekilde karşılamaya çalışır.
Umutsuzluğa kapılmanın anlamsız olduğunu bilir, çünkü umut etmek ve güvenmek birer yanılsamadır. Birey kendi üzerine düşeni yapmışsa ve karşısındaki insanlar da onu onaylamışsa, istenilen başarıya ulaşabilir. Bu, umut veya güvenle ilgili değildir; olması gereken şeylerin karşılıklı gerçekleşmesiyle ilgilidir. Bunun ötesinde anlam yüklemek gereksizdir. Ancak insan doğası gereği anlam yüklemeden duramaz. Güvenmek, umudunu kaybetmemek ve mutlu olmak ister. İnsan olmanın zaaflarını fark ettiğimizde, hayatla bütün olmayı deneyimleyebiliriz. Hayata karşı değil, onunla birlikte akmaya başladığımızda yaşamdan keyif alabiliriz.
Önemsenmek, insanlar bize ihtiyaç duyduğunda mümkündür. Kendi içimizde kendimizi değerli görebiliriz. Ancak, çevremiz bize ihtiyaç duyduğunda ve değer verdiğinde, ait hissetmeye ve kabul görmeye başlarız. Yaşadığımız toplumda var olabilmek için sorumluluk almak ve katkı sunmak isteriz. Bunun olabilmesi için bireyin; çevresindeki insanlara katkı sunmaktan keyif alması gerekir. Bu, kişinin ihtiyaç duyulan biri olma ihtimalini artırabilir. Ancak, bazen ne kadar çaba göstersek de başkaları sunduğumuz katkıyı kabul etmeyebilir.
Bu noktada, katkının gönülden yapılması en önemli noktadır. Gönülden katkı sunan biri, karşısındaki kişi bunu kabul etmediğinde küsmez veya enerjisini kaybetmez. Çünkü katkı sunarken bir karşılık beklememektedir. Bu sayede, katkısı kabul görmediğinde yeni yollar aramaya devam edebilir.
İnsan olmanın en büyük zaaflarından biri, kabul görmeme durumunun endişe ve dışlanma korkusunu tetiklemesidir. Ancak, gönülden ve karşılıksız katkı sunmanın endişeleri elemine eden de bir tarafı vardır. Gerçekten katkı sunmak isteyen biri, karşı tarafın reddetmesine rağmen yeni yollar denemeye devam edebilir.
Yeni yollar arayarak katkı sunma çabamıza devam edebilmek için rica enerjisine sahip olmak en önemli noktadır. Rica enerjisi içinde “Hayır” cevabını kabul etmeye hazır, saf katkı sunma niyetini barındırır. Eğer bir şey istediğinizde, olumsuz bir yanıt aldığınızda rahatsız oluyorsanız, bu bir rica değil, taleptir. Talep enerjisi, içinde zorlamayı barındırır ve katkı sunma enerjisi yerine endişe, kibir enerjisi barındırır.
Korku ve endişeyle hareket ettiğimizde, sürdürülebilir ricalar oluşturamayız. Her defasında reddedilme korkusuyla hareket edersek, katkı sunamayız.
Bu yüzden, gönülden bağlantı kurduğumuz sürece seçim yapabilme gücünün tatminiyle yaşarız.
Bu tatmini dünyadaki her insan hak eder.
Sağlıkla kalın