Kabul edelim ya da etmeyelim ülkemizde bir din sorunu var. Bu durum son 20 yılda ayyuka çıkmış durumdadır. Neden son 20 yıl diyorum? Çünkü en azından kayıp, taciz, istismar, yolsuzluk ve benzeri olaylar 20 yıl önce olduğunda, toplum o kişileri ifşa eder, içine almaz dışlardı. Bugün geldiğimiz noktada ise herkes ‘’bana dokunmayan yılan ne yaparsa yapsın, bana ne’’ diyerek avuç içi kadar bir köyde olanları bilmemeyi seçiyor, evine kamera taktırmakla yetiniyor! Fakat 8 yaşındaki bir kız çocuğu Kur’an kursundan çıkıyor o çıkış! 14 gündür bulunamıyor. Bunun sebebi kimsenin artık yargıya güveninin kalmaması. İhbar etse de gördüklerini anlatsa da bunun bir işe yaramayacağını düşünmesi ve maalesef haklı olmaları. Belki de sustukça sıranın onlara gelmeyeceğini düşünüyorlar.
Ne düşünürlerse düşünsünler; TÜİK verilerine göre, Türkiye'de son 9 yılda kaybolan çocuk sayısının 104 bin 531 olduğu gerçeğini değiştiremezler. TÜİK, 2014'te 17 bin çocuğun kaybolduğunu bu rakamın ise son 9 yıl içindeki en yüksek rakam olduğunu bildirdi. Yılda ortalama 10 bin, günde ise 32 çocuk kaybolmaktadır. Ekonomik verilerde TÜİK verilerinin gerçeğin biraz altında olduğu uzmanlarca söyleniyor. Umarım bu veriler de ekonomide olduğu gibi gerçeğin biraz altında verilmiş rakamlar değildir. Öyle ise çıldırmamak içten bile değil!
Ülkemizin ikinci en büyük sorunu ise ailelerdir! Evet! Aileler! Hala kul olmaktan çıkamayan kadınlar, kendini dünyanın merkezi sanan kocalarının menzilindedir. Öncelikle kız sonra erkek çocukları, eğitimsiz tarikat üyesi babalar ve onların boyunduruğundaki annelerinin cahilliği ve yanlış dini inançları nedeniyle tehlikededir. İşin en üzücü tarafı ise bu çocukları o ailelerin ellerinden alalım, kurtaralım, devletin yetiştirme yurtlarında eğitelim deseniz dahi din ve tarikatlar girdabında boğulmuş bütün devlet kurumları gibi söz konusu bu yurtlarda da çocukların kaderinin değişmeyecek olmasıdır. İsyan etmemek elde değil!
Günümüzde dinler ve onların uzantısı tarikatların geldiği nokta ülkelerin geleceğini ve insanlığı tehdit eder boyuta ulaşmıştır. İnsanlar din adı altında akla hayale gelmeyecek şekilde manipüle edilmekte, Allah böyle buyuruyor kılıfı uydurularak haksızlıklara, istismara, tecavüze uğramakta; bir canlının asla kabul etmeyeceği ilişki ve durumlara dini gerekçelerle boyun eğmektedirler. Sesini biraz yükselten, Hop! Kardeşim bu senin yaptığın dine, insanlığa sığmaz diyenler ise itibarsızlaştırılmakta, trol orduları tarafından yok edilmekte, hareket edemez hale getirilmektedir.
Tarikatların iktidar sahipleri ile girift ilişkiler içinde olduğunu sağır sultan bile duydu. Buna dur demesi gereken iktidar sahipleri insan hakları, kişinin kendi iradesi ve sözde modern yaşamın demokratik kuralları perdesi arkasında bu organizasyonları koruyor, kolluyor. Halk bunu görüyor. Çoğu zaman doğru yerde tepkisini gösteriyor. Fakat iktidar sahipleri o kadar uzaktalar ki halkın sesi onlara ulaşmıyor.
Tarihte kurulmuş büyük imparatorlukların son dönemlerine bakın. Bozulma hep inanç sistemi üzerinden başlamış; önce dini önderler iktidarı ele geçirmiştir. Ya da iktidar sahipleri dini kullanarak iktidarlarını uzatabildikleri kadar uzatmaya çalışmışlardır. Ama kaçınılmaz son her zaman gelip çatar. Yine çatacaktır. Çünkü doğru olmayan her şey bir gün bitmeye mahkumdur.
Cumhuriyet geçmişteki hataları yapmamak ve sonsuza kadar Türk Ulusunu yaşatmak için din çerçevesinden çıkmayı başarmıştı. Ama sadece kısa bir süreliğine! 1950’den itibaren din yine sahneye çıkmayı başardı. Önce Osmanlı hayranlığı halka pompalandı. Yurtdışında yaşayan Osmanoğulları ailesi Türkiye’ye anlı şanlı geri döndü. Ardından Türkçe Ezan sorgulandı ve hoş geldi Arapça Ezan! İşte o gün bugündür bir gecede yine cahil kaldı Müslümanlar! Çünkü Kur’an’ı alıp, öpüp alnına koyup, en güzel en süslü kutular içinde duvarlarına asmaya devam edenler; kitapta ne yazdığını hiçbir zaman öğrenemediler. Kur’an’ın Türkçe’ ye çevrilmiş karşılığını okuyup anlamak yerine yeniden hortlatılan tekkeler, zaviyelerde tarikatlar eliyle Arap harflerini öğrenmeye ve Arapça anlamadıkları bir dilde Kur’an okumaya çalıştılar. Kursa gitmeyip bunun daha kolay yolunu seçenler de vardı. Bir tarikata girip mürid olmak…
Halbuki tekke ve zaviyeler, cumhuriyet kurulduğunda dinin doğru anlaşılabilmesi için kapatılmıştı. Açın sosyal medyayı bakın sokak röportajlarına. İnsanlar Ezanın namaza çağrı olduğunu bile bilmiyor. Çünkü anlamıyor. Çünkü o bizim dilimiz değil. Allah her şeyi yarattı ise pek ala bizim Türkçe duamızı da anlayacaktır! Bu konuda ezberden konuşmuyorum. Mantığımın almadığı şeyleri kabul etmediğim için siz okuyucularımı düşünmeye davet etmek istiyorum! Hani İslamiyet son dindi. Ruhban sınıfı yoktu. Aracısız Allah ile kul arasına kimse giremezdi. Nereden çıktı bu şeyhler öyle ise!
Yeter! Bıktık! İstemiyoruz artık dinin sosyal hayatımızın içinde yönetim şekline bulaştırılmasını! Türkiye Cumhuriyeti laik ve demokratik bir devlettir ve iktidarlar her zaman olduğu gibi gelip geçecektir. Türkiye Cumhuriyeti ise sonsuza kadar laik ve demokratik olarak yaşayacaktır. Yaşamak zorundadır. Yoksa yok olmaktan kurtulamaz.
Hepimiz de biliyoruz ki Milli Mücadele ile başlayan ve İstiklal Savaşı ile devam eden süreçte halkın bir bölümü din sömürüsü ile Kuva-i Milliye ve TBMM’ne karşı çıkmıştı. Okulda öğretilen tarih derslerinde bu gerçeklerin üstü ne kadar örtülmeye çalışılırsa çalışılsın gerçeklerin bir gün ortaya çıkma gibi kötü bir huyu var.
Bir gerçek daha var ki onun da üstü de ne yapılırsa yapılsın örtülmüyor: Atatürk! Atatürk sevgisi, halkın kalbinden ismini sokaklardan, havaalanlarından, statlardan silinerek sökülemiyor. Nitekim Harp Okulu yemin töreninde de bu gerçek gün gibi ortadaydı.
Türkiye gariplikler ülkesi. Bir tarafta çağ dışı baskı ve şiddet altında yaşayan insanlar bir tarafta kızlarını harp okullarına gönderen aileler…
Yazının başında bu ülkenin ikinci büyük sorunu aileler derken biraz abarttım mı acaba? Zira bazı aileler var ki onlar ancak gericilerin, Atatürk’e açıkça meydan okuyanların büyük sorunu olabilirler.
Harp okulunda birinci olan kızlarımızı ve onları yetiştiren ailelerini can-ı yürekten kutluyorum. Bu ülkenin sonsuza kadar yaşayacağına olan inancımızı tazelediler. Türk Kadınının isterse neler başarabileceğini gösterdiler bizlere. Ve unutmamamızı sağladılar. Mustafa Kemal'in askerleri olduklarını. Ya kimin olacaklardı ki!