Bitmeyen savaşları, dinmeyen gözyaşları, talan edilen topraklarına rağmen güzelliğini hala koruyabilen kadim bir uygarlığın üzerinde yaşıyoruz. Buğday rengi saçlarıyla bir kolu Mezopotamya bir kolu Avrupa’ya uzanan; esmer ve yorgun ayakları Afrika’da; asi güzel başı Karadeniz’de bir garip melez kadındır bizim Anadolumuz. Kah ılıktır bir omuzu Ege’de, kah üşütür buz kestirir bir omuzu Çıldır’da. Denizlerin mavisi de zeytinlerin yeşili de kömürlerin en karası da vardır gözlerinde. Anadolu, bu coğrafyada bin yıllardır yaşamış uygarlıkların her birinden bir zerre alarak doğmuş en sonunda da bizlere anavatan olmuştur. Haliyle böylesine karışık, böylesine renkli, böylesine sıcak ve soğuğu birlikte harmanlayan bir coğrafyada gelenekler de mitler de dini ritüeller de birbirine karışmıştır.
Geçtiğimiz pazarı pazartesine bağlayan gece Hıdırellez idi. Namı değer Hızır ve İlyas’ın günü ya da İnanna ve Dumuzi’nin aşkı. Adına her ne derseniz deyin Türkçesi baharın başlangıcı. Balkanlardan, Orta Asya’ya büyük bir coğrafyada kültürel bir benzerlik olunca insan haliyle sorgulama gereği hissediyor. Hangisi doğru? Cevap veriyorum: Hepsi. Çünkü hepsi de katman katman, üst üste, iç içe. Bir uygarlık yıkıldığında üzerinde yükselen yenisinde değişerek farklı isimlerle aynı hikayeler yaşamaya devam etmiş. Tıpkı Selçuklu- Osmanlı- Türkiye üçlemesi gibi. Bizlere düşen ise günümüzde hepsini öğrenmek, anlamak, anlamını bilerek kutlamak ve bundan keyif almaktır.
Hazırsanız asırlar öncesine uzanıyoruz. İlk durağımız Sümer mitolojisi.
Sümer’in aşk tanrıçası İnanna, çoban tanrısı Dumuzi ile evlenmiştir. Tanrıça, kız kardeşi yeraltı tanrıçasını ziyarete gitmek ister fakat yeraltına giden bir daha geri dönemez kuralı bulunmaktadır. İnanna, bu kuralın tanrıları kapsamadığını düşünür. Ama yanılmıştır. Kural kuraldır ve yer altından çıkmasının tek şartı yerine yeraltına girecek birini bulmasıdır. İnanna, kendisi yerine yeraltına kimi göndereceğine karar veremez. Dolaşır durur. Bu arada İnanna’dan ayrı Dumuzi’nin keyfi yerindedir. Hiç de eşi neredeymiş ne yapıyormuş pek oralı değildir. Bunu gören İnanna sen misin benimle ilgilenmeyen seni gönderiyorum o zaman diyerek yaka paça Dumuzi’yi gönderir yer altına. Fakat Dumuzi şanslıdır yufka yürekli kız kardeşi rüya tanrıçası, kardeşi yerine bir süre yeraltında kalmayı teklif ederek kardeşim Dumuzi’nin kısa süre bile olsa yeryüzüne çıkmasına vesile olur. Böylece üç ay rüya tanrıçası, üç ay da Dumuzi yer altına inerek dönüşümlü yeraltında kalırlar. İşte bu durum tam baharın başladığı gün ve gecenin gün ile aynı uzunlukta olduğu süreye kadar gider. Yani Mayıs-Temmuz arası Dumuzi’nin yeryüzüne çıktığı dönemdir ve eşi İnanna ile birleşmesini simgeler. Doğumlar olur, yeryüzü canlanır. Bolluk, bereket, neşe, eğlence gelir (1).
Gelelim dini ritüel olarak karşımıza çıkan Hızır ve İlyas hikayesine: Hızır ve İlyas adlarının birleşmesinden Hıdırellez kelimesi türetilmiştir. Hızır/ Hıdır hayat suyu içer ve sonsuz hayatı bulur. Tanrı tarafından Müslümanlığı korumakla görevlidir. İlyas ise onun kardeşi veyahut yakın arkadaşıdır. Hızır karaların İlyas denizlerin koruyucusudur. Daha da anlatmama gerek yok. Hepiniz bu hikayeyi bilirsiniz. Bu nedenle bazılarımız ağaçlara kumaş parçası bağlıyor. Bazılarımız toprağa dileklerini gömüyor. Bazılarımız ise dileklerini denize atıyor. Gül ağacının altına para gömmek, denize para atmak, taşın üzerine yazı yazıp gömmek ya da denize atmak gibi inanışlar da işte bu ritüelden geliyor (1).
Anglosaksonlar arasında ise ilkbahar tanrıçası Estor yine benzer bir hikayenin kahramanıdır. Estor adı Sümerlerde İştar olarak geçer. 325 yılında İznik konsülünde Hristiyan halklar tarafından kabul edilen bu gelenek aslında Asya’dan gelen Türklerin bir geleneğinin değişime uğramış halidir. İsa’nın yeryüzüne çıkması olarak kutlanan Easter/Ostern Bayramı işte buralardan etkilenerek günümüze ulaşmıştır. Dumuzi ismi takvimimize Temmuz olarak geçmiştir (1).
Biraz da bizim yörelere dönelim. Çağatay destanlarında Hıdırellezin izlerini arayalım: 960 yılında kaleme alınmış bir öykü var. Bu öykü Babil’de Gülistan-ı İrem’de oturan Bediülcemal isimli bir peri kızına aşık olan Mısır prensi Seyfülmeluk’u anlatıyor. Türlü zorlu yolculuklardan sonra peri kızını bulan Seyfülmeluk Bediülcemal ile evlenir. Fakat bu evliliğin karşılığında Mısır krallığından vazgeçmesi gerekmektedir. Tabi ki vazgeçer ve aşkı ile evlenir. Böylece tanrısal bir damat olur. Babil, Hindistan, Türkistan, Horosan bölgelerindeki tahtların sahibi olur. Bu toprakların hepsini idare eder bereket, bolluk, insanlara huzur getirir (1).
Mısır prensi Seyfülmeluk ile Bediülcemal hikayesi neredeyse İnanna ve Dumuzi’nin bir başka versiyonudur. İnanna tanrıça Dumuzi ile evlenince Dumuzi de aynen Seyfülmeluk gibi İnannanın hükmettiği toprakların damadı durumuna gelmiştir. Anlatılan bütün hikayelerde evlilikler baharın başlangıcında meydana gelir. Onların evlenmesi ile ülkelerine huzur, barış, bolluk, bereket gelir. Hızır ve İlyas kardeşler ya da iki yakın arkadaş da bir bahar günü denizlerin ve karaların birleştiği yerde dalgaları durdurur, çiçekleri açtırır, bereket, bolluk ve insanların güzel dileklerini kabul eder barış ve güzellikler getirir (1).
Sümerolog Muazzez İlmiye Çığ’ın aynı adlı kitabında Akpamık Masalı, Kutadgu Bilig’de bahsedilen Ulu Buğra Han’ın övülmesi, Dede Korkut hikayelerinde ve daha birçok Orta Asya Türk Kültürü’ne konu olmuş hikaye, masal ve öykülerdeki benzerlikler dikkat çekicidir.
Hangi hikayeye inanırsanız öyle olsun. Hepsi de bizim, hepsi de bu toprakların hikayesi. Hepsi de bu toprakların miti, hepsi de geçmişteki atalarımızın dini ve inanışları. Hepsini seviyor ve kabul ediyoruz. Bu nedenle ülkemizin kültürünü mozaikten çok bir ebruya benzetiyorum ben. Çünkü, mozaiği oluşturan taşlar, çok güzel bir resim meydana getiriyor olabilir. Ama o güzel resim oluşsun diye kim bilir kaç renkli taş kenarları sivri kare şeklinde kesilerek başka bir kimliğe büründü. Halbuki ebru sanatı öyle mi! Suyun içine bırakılan tüm renkler, hem kendi rengini koruyor hem de diğer renklerle birbirine kimliğini kaybetmeden karışıyor. Sarının ucu bir bakıyorsun al olmuş ama içinde mor da var. Asıl güzel olan da bu değil mi? İç içe bütün kimliklerimiz ile kardeşçe yaşamak!
Evvelsi gece hepimiz dileklerimizi diledik. Ağaçlara dileklerimizi bağladık. Bazılarımız suya okudu üfledi dualarını. Bazılarımız toprağa gömdü bir taşa çizdiği dileğini. Hepsi de kabul oldu. Hızır da İlyas da aldı götürdü dileklerimizin hepsini göğün yedi kat üstüne ya da denizlerin en dibine. Bahar hepimize kutlu gelsin. Neşe, sevgi, huzur, birlik ve beraberlik getirsin. Bu yıldan itibaren toprağa ne Denizler ne Hüseyinler ne Yusuflar gömülsün. Gömülen sadece peçeteye yazdığımız güzel dileklerimiz olsun.
Berna Deveci
Yararlanılan Kaynaklar:
- Çığ, M.İ (2013) Anadolu’da Yeniden Doğuş Hıdırellez Bayramı. İstanbul: Sümerliler Türklerin Bir Koludur Sümer-Türk Kültür Bağları.