Bir duvar düşünün. Yükselmesi için üst üste tuğlalar gereklidir. İşte KKTC’ nin kurulma süreci de çok sancılı, devlet adamlarının tuğlalar misali üst üste koydukları emekleri sonucunda olmuştur. Bugün Kıbrıs tarihine yön veren tanıkların anılarından küçük alıntılar yaparak 20 Temmuz Kıbrıs Barış Harekatı sürecini hazırlayan sebeplerin kronolojisine bıraktığımız yerden devam ediyoruz:
Kıbrıs tarihinin en kara lekesi 1963 ‘’Kanlı Noel’’ olaylarına 25 Aralık 1963’te Türk Jetlerinin yaptığı ihtar uçuşları ile sessiz kalmayacağını gösteren Türkiye’nin bu tutumu, 15 Ocak 1964’te Londra’da üç garantör devlet konferansının yapılmasını sağlamıştır. Konferanstan sonuç alınamaması üzerine İngiltere, Birleşmiş Milletler (BM) Güvenlik Konsey’ine başvurmuş; yeniden bir toplantı düzenlenmişti. Bu toplantıda söz alıp konuşma yapan Türk Cemaatinin temsilcisi Denktaş hayal kırıklığına uğradığını şu sözleri ile anlatıyor: "Toplantı salonundan ağlayarak çıktım Makarios hükümet olduğunun beratını almış olacak. Bu iş burada bitmez" (1) Üstelik bu toplantının ardından Makarios Hükümeti İçişleri Bakanı Yorgacis, Denktaş'ın adaya geldiğinde tutuklanması için ilgili makamlara direktif de vermişti. Böylece Denktaş için Türkiye’de sürgün yılları başladı. Kötü gibi görünen şeyler hayırlara vesile olur derler. Denktaş için de öyle oldu. Bu dönem Türkiye’de Kıbrıs Türkleri’nin uğradığı haksızlıkları yazıları, demeçleri, röportajları ile daha güçlü dile getirme fırsatı yakaladı. (1)
Başbakan İnönü ise kafasında bin bir tilki Kıbrıs Halkına Türkiye olarak nasıl bir kalıcı çözüm bulabileceği arayışındaydı. Genel Kurmay ile yaptığı toplantıda öğrendikleri ile tam bir çıkmazın içine düştü. Türkiye, Kıbrıs’a müdahale edilebilecek yeterli askeri altyapıya sahip değildi. İnönü bu nedenle kriz tırmandırma siyaseti izlemiştir:
12 Mart 1964 Milli Güvenlik Kurulu toplantısında Rumlar’a bir ültimatom verilmesi kararlaştırıldı. Nota garantör devletler ve ABD’ye de bildirildi. ‘‘Türkiye’nin Kıbrıs konusunda gösterdiği iyi niyetin Rumlar’dan karşılık görmediği; Türkler’e yönelik saldırıların durmaması halinde müdahale hakkının tek başına ya da garantör devletler ile beraber kullanılacağı’’ bildirildi. Rumlara 48 saat süre tanındı. İskenderun’da bulunan kıta nakliye araçlarına muharebe için Kara Kuvvetleri birlikleri yerleştirildi.
Plan işe yaramıştı. 14 Mart 1964’te İlk BM kuvveti Kanadalı Askerleri Kıbrıs’a çıkmıştır. İnönü yaptığı bu manevra ile çıkabilecek Türk-Yunan savaşını engellemiş, SSCB’nin tehdidine karşı ABD’yi ve BM’i yanına çekmiştir. İnönü izlenen bu siyasetin geçici olduğunun bilincindeydi. Elbet bir gün adaya müdahale yapılacaktı. Bu nedenle T.C. Anayasa’nın 61. Md. dayanarak Kıbrıs’a ‘‘gerektiği zaman’’ asker çıkartmak için 16 Mart 1964 tarihli meclis gizli oturumda 487 oy ile ‘‘herhangi bir durumda Kıbrıs’a müdahale yetkisi’’ni de almıştır. (2)
TBMM müdahale yetkisi vereli sadece iki ay olmuştu. Makarios Hükümeti adaya silah yığıyor, yeni çıkartılan yasaya göre 18-59 yaş arası bütün Kıbrıslı erkekler altı ay süreyle Milli Muhafız Ordusu’nda askerlik yapıyordu. Türkiye, mecliste aldığı Kıbrıs’a müdahale yetkisini kullanma kararı aldı. (2 Haziran 1964) Türk askeri İskenderun Limanında harekat için hazır bekletiliyordu. Türk tarafındaki hareketliliği fark eden ABD Başkanı Johnson, bu müdahaleye engel olmak için gönderdiği filosunu Kıbrıs açıklarında konuşlandırdı. Şimdi ne olacaktı? İsmet İnönü’ye Başkan Johnson imzalı küçük düşürücü, saygı ölçülerini aşan bir mektup ulaşmıştı. Mektupta, Amerikan silahlarının bu müdahalede kullanılmasına izin verilmeyeceği de belirtiliyordu.
Kıbrıs müzakerelerine büyük katkılar sunan CHP Kocaeli milletvekili Nihat Erim’e göre; ‘’ Johnson mektubu iki ülke arasındaki ilişkileri ve Kıbrıs Sorunu’nu derinden etkilemiştir. Mektup gelene kadar dünyada, Amerikalılar’a ‘‘Go Home’’ denilmeyen tek memleket Türkiye’dir. 1960’ların ortasından itibaren Amerika’ya karşı oluşan ve özellikle 6. Filo’ya karşı yapılan eylemlerle simgeleşen tepkilerin temelinde Johnson Mektubu yatmaktadır.’’ Johnson’un mektubuna İsmet Paşa’nın cevabı yumuşak olmadı. Mektupta dile getirilen konular özetle şunlardır: ‘’Türkiye, en büyük müttefiki Amerika’dan böyle bir mektup aldığı için düş kırıklığına uğramıştır. Bu mektup ile hayati önem taşıyan Kıbrıs Sorunu’nda Amerika ve Türkiye arasında derin görüş ayrılıkları olduğu ortaya çıkmıştır. Kıbrıs’ta Türkler’e karşı uygulanan zulme Yunanlılar’ın tavrına karşı ABD bir şey yapmamıştır. Eğer baskı uygulanacaksa onlara karşı uygulanmalıydı. Amerika, Kıbrıs Sorunu’nda hangi tarafın haklı olduğuna dair bir açıklama yapmamıştır. Bu da Türkiye’ye büyük sıkıntı yaşatmıştır. Türkiye, 21 Aralık 1963 (Kanlı Noel, Banyo Katliamı) tarihinden bu yana diğer garantör devletlerle istişare etmiştir. Ancak girişimlerimiz sonuçsuz kalmıştır. Yunanlılar Kıbrıslı Rumlar’ın kanunsuz ve insanlık dışı hareketlerini açıkça desteklemişlerdir. Mektup Türkiye ve ABD ile Türkiye- NATO arasındaki ittifakta sorunlara neden olmuştur. Türkiye, Kıbrıs konusunda Yunanistan’ı ortak hareket etmeye çağırmasına ve Yunanlılar’ın sorumluluklarına rağmen Türkiye’ye hücum ederlerse bunun sorumluluğu Türkiye’ye ait olmayacaktır.’’
Bu cevaptan sonra İnönü, Amerika’ya davet edildi. Johnson ile ayrı ayrı görüşen taraflardan Yunanistan ve Makarios’un uzlaşmaz tavırları rüzgarı Türkiye’nin lehine çevirmiştir. İnönü-Johnson görüşmeler sonucunda ortak bir bildiri yayınlamıştır. Buna göre Türk tarafının tezi desteklenmiştir. Bağımsız bir devlet olarak Kıbrıs halklarının durumunu belirleyen 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti anayasasının esas olduğu vurgulanmıştır. İnönü: ‘’Temaslardan memnun olduğunu, Amerikalılar’ın ‘‘iyi niyetlerini gösterdiklerini, müzakereler sonucunda varılan neticenin zorlukların aşılmasına yardımcı olacağına, Türkiye’nin Kıbrıs Sorunu’nda ‘‘lüzumsuz güçlük çıkarmama’’ tutumunu sürdüreceğini’’ belirtmiştir.(2)
Yunan Başbakan Papandreu’nun ise Johnson ile görüşmesinde olası bir Türk-Yunan savaşında SSBC’den destek göreceğini açıklaması kamuoyunda şok etkisi yaratmıştır.
Bu arada Kıbrıs’ın Erenköy koyunun karşısına düşen Türk kıyılarından sessiz sedasız 1 Nisan–30 Haziran boyunca personel silah ve mühimmat takviyesi alınıyordu. 3 Temmuz’da Baş Piskopos Makarios, Albay Grivas ile birlikte Dillirga bölgesine gitmiştir. Bu ziyaret, Rum güçlerinin bölgeye yönelik bir operasyon hazırlığını işaret ediyordu. (3)
Tabi ki Rumlar ENOSİS fikrinden vazgeçmemişti. Rauf Denktaş bunu en iyi sezebilenlerden biriydi. Ne olursa olsun adaya geri dönmeliydi. 31 Temmuz’da Albay Vuruşkan, Milliyet gazetesi yazarı Ömer Sami Coşar ve gönüllü öğrenciler ile birlikte Deniz Kuvvetleri botu ile Erenköy’e çıktılar. Erenköy’e geleli 8 gün oluyordu. Savunma hattında durum giderek kötüleşiyordu. Savunma hatları topyekûn bir saldırıya dayanamazdı. Rauf Denktaş durumun ivedilikle Türkiye’ye bildirilmesi gerektiğini düşündü. Telsizle Ankara’ya şu mesajı gönderdi: “Saldırı bütün şiddeti ile devam etmektedir. Rumlar kesin sonuç almak kararındadır. Yarın sabaha kadar direnebiliriz. Yardıma gelmezseniz, bunu engelleyen büyük bir milli neden olduğuna inanarak öleceğiz. Vatan sağ olsun” (3)
Yararlanılan Kaynaklar:
- Yalçın E. (2005), Rauf R. Denktaş’ın Kıbrıs’ta Bitmeyen Mücadelesi, Atatürk Dergisi
- Gülen A. (2012), İnönü Hükümetlerinin Kıbrıs Politikası (1961-1965), Ankara Üniversitesi Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Atatürk Yolu Dergisi
- Çağatan T., Tuncel C.O (2017), Kıbrıs Türk Milli Mücadelesinde Erenköy Direnişi: Bir Sözlü Tarih Çalışması, Uludağ Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi