Uluslararası ilişkiler kavramı, aslında devletlerin devletlere olan güvensizliklerinden doğmuş tatlış bir kavramdır. Yani amaç devletlerin birbirleri ile sağlıklı iktisadi, sosyal, ticari ilişkiler kurmasından ziyade kendi geleceğini sağlam temellere dayandırması; iki devlet arasındaki anlaşmazlıklardan yararlanarak üçüncü bir devletin aradan sıvışmasıdır. Bunu tarihte en güzel yapan devlet Bizans İmparatorluğu idi. Daha da bir sürü örnek var da benim aklıma ilk gelen Bizans oldu. Hatta dilimize yerleşmiş ünlü bir de aynı isimle anılan deyimimiz var. Hani “Karda yürü, izini belli etme” nin iki kelimeyle daha çekici ve vahşice anlatıldığı. Hatırladınız mı? Tabi ki hatırladınız. Dilinizin ucuna gelen o iki kelimeyi rahat rahat söyleyin. Doğru tahmin. Bizans oyunları tabi ki… başka ne olacaktı ki? Satranç oyunu misali, en iyi oynayanın piyonları aldığı gibi devletler, devletlere bir yere kadar güvenir uluslararası camiada. Ah! Hele ki devletleşememiş halklar bir devlete güveniyorsa, vah. Vah ki ne vah!
Nitekim Kral Faysal’ın da Suriye’nin bağımsızlığını savunurken kendini Irak Kralı olarak bulması bu eksende açıklanabilir.
Öncelikle Suriye denilen topraklar tam olarak neresidir? Tarih boyunca Suriye hangi bölgeye deniliyordu? Bu soruları cevaplayarak başlayalım: Suriye, 1. Dünya Savaşı dönemine kadar, eski Yunanlıların tariflediği şekliyle “üç kıtanın buluştuğu yer” anlamına gelen coğrafi bir addır. Bugünkü Lübnan, Ürdün, Filistin, İsrail ve Suriye’yi içine alan geniş bir coğrafyanın adıydı. Zamanla bu coğrafi kimlik, siyasi bir yapıya dönüşerek ‘Büyük Suriye’ ideolojisi fikrine evrilmiştir. (Afaf Sabeh McGowan, Thomas Collelo (Ed.), Syria: a Country Study, Washington D.C.: United States Government Secretary of the Army, 1988, p. 4.) (1) Bu tanım bir sonraki yazımda sizlere anlatacağım Baas partisi/rejiminin temel ideolojisini oluşturuyor. Burada dursun. Biz bugünlük farklı rüzgarların peşine takılalım. Gidelim 1921’li yıllara…
Fransa, Suriye yönetimini teslim alınca ilk olarak mevcut idari yapıyı değiştirdi. Fransız danışmanlar denetiminde yerel hükümetler aracılığı ile idari yönetim düzenlendi. Hem ordunun başkomutanlığı hem de Fransa’yı temsil eden Fransız Yüksek Komiserliği birimini kurdu. Her türlü ihtiyaçları Fransız Hükümeti tarafından karşılanan sivil ve askeri memuriyetler oluşturarak gümrük, posta ve telefon gibi hizmetler, doğrudan Yüksek Komiserin yönetimi ve kontrolü altına alındı. Böylece Fransız yetkililer aleyhinde yapılacak haber ve gelişmelerin de önüne geçildi. Hristiyanları, Alevileri, Ermenileri güçlendirdi. Azınlıkların desteğini alacakları politikalara yöneldi. Buradaki amaç: İngiltere’nin Arap milliyetçiliğini kullanmasının önüne geçmek, bölgede yükselecek Arap milliyetçilik ateşini söndürmek, bu ateşin Fransa’nın Kuzey Afrika’daki sömürgelerine sıçramasını önlemekti. (2)
Fransa, manda yönetimi boyunca hangi bölgeleri nasıl, hangi şekilde konsolide etmiştir? Burada Suriye’den koparılan büyük bir parçanın Lübnan Devleti’ne dönüştüğünü görüyoruz. 1920’de ilk atanan Yüksek Komiser General Gouraud, yayımladığı genelge ile Grand Liban’ı kurmuştur. (Grand Liban: Büyük Lübnan anlamında Beyrut (Sur, Sayda, Merciuyun), Trablusşam, ve Suriye’ye bağlı, Baalbek, Bekaa, Reşaya ve Hasbeya kazalarını kapsayan bölgenin adı) Böylece, iktidarda Marunîlerin olduğu Büyük Lübnan Devleti ortaya çıkmıştır. (2)
Lübnan haricinde Alevi, Dürzi, Suriye devletleri olarak Suriye’nin kalan toprakları toplamda 4 bölgeye ayrılmış oldu. Fakat 4 bölgeli federatif yönetim benimsenmedi. Çok geçmeden bölgesel direnişler baş gösterdi. Burada en hararetli direnişler Dürzi direnişleridir. [Hatta yıllar içerisinde Dürzi direnişleri sonucu Bağımsız Lübnan Cumhuriyeti’nin temelleri atılmıştır diyebiliriz.] Halep ve Şam devletleriyle özel konuma sahip İskenderun sancağı birleştirildi. Sınırları Şam, Humus, İskenderun, Deyri Zor, Havran sancakları olan Halep’i de içine alan; başkenti Şam olan yeni bir Suriye Devleti kuruldu. Burada hemen bir parantez daha açalım: 1939’da Hatay’ın Türkiye’ye katılması TBMM’nin burada aldırdığı karar ile mümkün olabilmiştir. İskenderun sancağında TBMM Hükümeti’nin 20 Ekim 1921’de Fransa ile imzaladığı Ankara Antlaşması esaslarına uygun olarak özerk bir yönetim uygulandı. (2)
Fransız Manda Yönetimi boyunca en büyük korku, Suriye halkının talep ve beklentilerinin dikkate alınarak Arap milliyetçiliğinin önünün açılması idi. Bu konuda baskın bir eğitim politikası uygulandı. Fransızca okullar, gazete ve yayınlar, iletişim araçları yaygınlaştırıldı. (2) Kıyafetten sosyal hayata her yerde Fransız rüzgârı estirildi. Ne kadar eserse essin oluşan rüzgar yapaysa kaçınılmaz olarak esinti kısa oluyor. Nitekim 2. Dünya Savaşı’nın patlak vermesi ile Fransa, kaynaklarıyla daha fazla Suriye’yi besleyemeyeceğini fark etti. Fransızlar bölgeden çekildiğinde geride böl ve yönet politikası hırsları ile keyfi, mezhepçi, sömürücü ve yozlaşmış bir yönetimin hallaç pamuğuna çevirdiği mazlum halkları kaldı. Artık ne ortak kültürel değerleri kalmıştı ne de birlikte yaşama kültürlerine olan inançları vardı.
Birlikte yaşama kültürlerini kaybetmelerinin bir sebebi de Fransız manda idaresinin Suriye’yi bölgesel devletçiklere bölmesiyle Lübnan, Suriye, Alevi devletlerinin ayrı ayrı bütçeleri ortaya çıkmış olmasıdır. Büyük ticari faaliyetlerde geçerli para birimi olan Frank’ın 1921-1946 yıllarında diğer Avrupa para birimleri karşısında değeri düşüktü. Tedavüldeki paranın düşük oluşu Suriye ekonomisini de olumsuz etkilemiştir. Ayrıca, Suriye ve Lübnan’ın limanları, gümrükleri, demiryolları, tütün rejisi ve daha birçok gelir getiren kurumları ve üretilen ürünleri doğrudan doğruya Fransız Yüksek Komiserliği’ne bağlanması gibi sebepler de yerel üretim ve ticaretin bitmesinde en büyük etkendir. Bölgesel gelir hesapları konusunda yüksek komiserin üstünde bir denetim mekanizması yoktu ve komiser kimseye hesap vermek mecburiyetinde değildi. Yüksek komiserliğin finans dairesinde toplanan gelirler hükümetler arasında nüfus oranına göre pay ediliyordu. (2)
Manda yönetimi en çok Lübnan, Cebel-i Druz ve Alevilerin yoğunlukta olduğu bölgelere yatırım ve kredi imkânı tanımıştır. Bu durum Arap milliyetçilerinin tepkisine neden olmuştur. Aynı hizmetlerin Suriye’nin geri kalan kesimlerinde de yapılması talepleri karşılıksız kalmıştır. Banka ve çeşitli kredi kuruluşlarından sağlanan krediler daha çok büyük toprak sahiplerinin faydasına olmuştur. Bir çeşit Türkiye’dekine benzer toprak zenginleri oluşmuş, küçük tarım çiftçisi zamanla yok olmuştur. Yıllar içerisinde Fransız Manda Yönetimi geleneksel üretimi desteklemeye çalışmış,makineleşme-fabrikasyon sistemi oturtmaya çalışmıştır. İpek, pamuk ve tütün endüstrilerinin yanı sıra Beyrut limanı geliştirilmiştir. Beyrut-Şam ve Şam-Halep demiryolları tamir edilmiş; yeni demiryolları inşa edilerek ekonomi ve ticaret canlandırılmaya çalışılmıştır. Fakat demiryolu hatları aracılığı ile gerçekleştirilen taşımacılık da yine Fransız yetkililerin tekelinde olduğu için yerli halk kazanamamıştır. (2)
Suriye’nin 1921-1946 yılları arasında yaşadıklarını araştırırken aklıma gelen bir düşünce beynimden gitmiyor. Yerleşti oraya. Söyle dilinin ucuna gelenleri onlara da diyor. İçsesimi çoğu zaman dinlerim. Çünkü onun gönül gözüm olduğunu düşünüyorum. Bakalım kaç kişinin gönül gözü benimle aynı yere bakıyor? Milli Mücadele olmasaydı Anadolu’ya sıkışmış halkların Sevr Antlaşması ile nasıl bir yönetim içinde boğuşacağını ben şimdi daha iyi gördüm. “Ne mutlu Türküm diyene” cümlesi, Milli Mücadeleye katılmış olan; bulunduğu coğrafyada özgürce yaşamak isteyen; hiçbir manda ve himayeyi kabul etmeyen; birbirleriyle evlenerek akrabalık bağlarıyla da birbirinin içine ayrılmamacasına geçmiş olan Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı demektir. Kaldığımız yerden devam etmek üzere hepinizi gönül gözlerinizden öperim.
Yararlanılan Kaynaklar:
- İnce, E. (2017), Suriye’de Baas Rejiminin Kuruluşu ve Türkiye, Tarih ve Günce - Atatürk ve Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Dergisi.
- Demirel, A. (2019), Ortadoğu’da Fransız Emperyalizmi: Fransız Manda Yönetimi Döneminde Suriye (1921-1946), BELLEK/Hatay Mustafa Kemal Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Dergisi Uluslararası Tarih ve Kültür Araştırmaları Dergisi