‘’Sokak hayvanlarının popülasyonu uyutularak mı azaltılsın’’ konusunda toplumumuz ikiye bölünmüş durumda. Dünkü yazımda konuyu öğrenmek için Çevre ve Hayvan Dostları Derneği Başkanı sayın Gamze Benzer ile iletişime geçmiş, söylediklerini sizlere aktarmıştım. Bugün de kaldığım yerden devam ederek görüşmede bana aktardığı tecrübelerini ve önerilerini sizler için derledim. Son olarak şunları iletti:
Ben bir dernek başkanı olarak ve bir hayvansever olarak şimdiye kadar çok çeşitli olay ve vakalar gördüm. Size burada tek tek anlatsam hep birlikte oturup ağlarız. Gördüğüm, şahit olduğum konuların bazılarından bahsetmek istiyorum. İnsanları kaçıran, tecavüz eden, öldürenlere bakın orada bu katillerin ilk icraatlarının kedi köpeklere şiddet olduğunu, eziyet olduğunu görürsünüz. Bu nedenle hayvana şiddet uygulayanların basit kefaretlerle, kısa süreli hapis cezaları ile geçiştirilmemesi gerektiğini düşünüyoruz. Bu kişiler sosyopat statüsündedir. Tedavi ve rehabilite edilmelidir. Hayvanla başlayanlar sonra insanlara da türlü şiddetler uygulamaktadır. Hayvana şiddet uygulayanların cezalarının arttırılması gerekmektedir. Bir de yasalarımızda hayvan mal olarak görülüyor. Hayvanını sokağa terk edene hiçbir yaptırım uygulanmıyor. Toplumumuzun bir kısmı ‘Avrupa’da da uyutuluyor ne var’ diyor. Evet uyutuluyor doğru ama o raddeye gelene kadar hayvanı olan insanlara ne yaptırımlar var! Eğer bir hayvana şiddet uygularlarsa ne yaptırımlar var! Biz bunları göz ardı ediyoruz. O zaman bunları da konuşalım. Sadece uyutma kanunu değil yaptırım kanunlarını da alalım Avrupa’dan.
Ayrıca hayvan tedavi masrafları çok yüksektir. Biz sivil toplum kuruluşları ve hayvanseverler çoğu zaman cebimizden ödüyoruz bu masrafları. Şikayetçi değiliz. Severek yapıyoruz. Ama daha önce de söylediğim gibi yetemeyiz hepsine. Bu konuda hizmet veren kuruluşlar ile birlikte hareket edelim istiyoruz. Sağ olsunlar bizlere her zaman yardımcı oluyorlar. Ama ben işin içinde olan birisi olarak orada çalışan personelin yetersizliğinin farkına varıyorum. Peki ne yapabiliriz? Tecrübelerime dayanarak sizler için önerilerimi sıralamak isterim; Bir defa bütün belediyelerin bu konuda bütçesi olmalı ve makul ölçüde bir bütçeye sahip olmalılar. Hayvanseverler de dahil herkes hayvan bakımı, sahiplenme vesaire için eğitimler almalı. Deprem, yangın, ilkyardım eğitimi gibi bu eğitim okullarda verilmeli, kamu spotları ile bütün ülke sathına yayılmalı. Böylece hayvancılık yapanlar, kırsalda yaşayan ve güvenlik için köpekleri kullanan vatandaşlarımız da bu konuda bilinçlenmiş olacaktır. Çiğ besinler verilmesi hayvanların vahşileşmesine sebep oluyor. Kediler köpekler binyıllardır bizimle yaşıyorlar. Bizim gibi pişmiş besinlere alışıklar. Onların saldırganlığını önlemenin bir yolu da çiğ besin vermemektir. Bu konuya dikkat çekmek istiyorum. Hiçbir şey yapamıyorsanız yiyemediğiniz etleri kaynatın hem suyu da sizin için yararlı besin olur. Ondan sonra hayvanlarınızı besleyin.
Belediyeler bir şikayet alınca, şikayet bölgesinden hayvanı alıyor gidip başka bir yere bırakıyor. Bunun için belediyeleri suçlamıyorum. Lütfen yanlış anlaşılmasın. Bunu yapmak zorunda kaldıklarına dikkat çekmek istiyorum. Onlar da mecburlar bir şekilde buna. Çünkü yeterli barınakları yok. Rehabilite yerleri yok. Tek çözümleri vatandaşın şikayetini çözmek ama bu çözüm maalesef ellerindeki kaynakları yeterli olmadığı için sadece günü kurtarıyor. Kazaya uğrayan hayvanları hayvanseverler ihbar edip kurum ve kuruluşlara teslim ediyorlar. Acaba bu kazaya uğrayanlar gerçekten tedavi ediliyor mu? Tedavi ve sonraki süreç hiç kimse tarafından takip edilmiyor. Bu da yine hayvanların bakımı ve rehabilitesi sırasında karşılaştığımız zorluklardır.
Bütün bu bilgiler ışığında toplumumuza derneğimiz adına üyelerimiz ile birlikte hemfikir olduğumuz birkaç çözüm önerisinde bulunmak istiyorum: İlçe belediyelerinin sokak hayvanları bakım ve rehabilite hizmetleri büyükşehirlere bağlanabilir. Böylece yapılması gerekenler tek elden ve daha koordineli yapılabilir. Özel kliniklerdeki veterinerler ile koordineli çalışılabilir. Köpekleri dövüştüren bunlardan maddi gelir sağlayanlar var. Yasaklı ırkların üretimi durdurulmalıdır. Ve bu kişi, kurum ve kuruluşlara ağır yaptırımlar getirilmelidir. Belediyelerin tekniker, veteriner hekim ve ekipmanları arttırılarak bu konuda kendilerine bütçe sağlanmalıdır. Bu iş uyutularak olmaz. Dinimiz, kültürel kodlarımız canlıyı koruyup gözetmeyi emreder. Bu nedenle uyutma meselesi toplum vicdanını çok yaraladı. Hayvansever olsun olmasın benimle iletişim kuran herkes hayvanların bu şekilde popülasyonunun azaltılmasına karşı. İster belediye olsun, ister özel klinik ülkemizdeki her bir veteriner günde 11 tane hadi 6 tane olsun. O da mı olmuyor 5 tane olsun, hayvanı kısırlaştırsalar bu sorun zaten zaman içinde çözülecek. Veterinerler belediyelere destek vererek sokak hayvanlarını da kısırlaştırma çalışmasına katkı sağlamaya hazırlar. Onlar hayvanları öldürmek değil yaşatmak için eğitim aldılar. Hiçbirisi bu seçeneği yapmak istemez ve eminim yapmayacaktır.
Sayın Gamze Benzer’e aktardıkları için minnettarım. Telefonda görüşürken gözlerim dolmuştu. Yazarken ağladığımı itiraf etmeliyim. Evet ben de çok korkuyorum sokakta havlayan hızlıca bana doğru koşan sokak köpeklerinden. Evimde beslediğim köpeğim olduğu halde korkuyorum sokaktaki başıboşlardan. Bu o kadar normal ki. Toplumumuzun büyük bir kısmı da korkuyordur köpeklerden. Vakalar da olmuştur doğrudur. Fakat sadece köpekler mi insanlara saldırıyor? Ya insanların katlettiği bütün kollarını, bacaklarını kestikleri köpekler, gözleri oyulan kediler, tekmeler ile öldürülenler!!
Herkes şapkasını önüne alıp düşünmeli. Sizlere bizzat yaşadığım bir olaydan bahsederek bugünlük sözlerimi burada noktalıyorum.
Ben Döşemealtı, Antalya’ya taşındığımda evin tadilatı ve bahçe bakımları ile ilgili türlü sorunlar yaşadım. Yeni bir eve taşınanın başına ne geliyorsa benim başıma da geldi. Üstelik ne bahçe bakımından ne de tamirattan anlıyordum. Tamamlanmayan işler beni bunaltıyordu. Yeni bir şeyler öğrenmekten bıkmıştım. Köşemde sakince oturup emekliliğimin tadını çıkarmaktı bütün isteğim. Yine böyle sorunların yumak olup beni boğduğu bir anda dışarı çöp atmaya çıkmıştım. Yan komşum ile karşılaştım. Artık nasıl bir görüntüm varsa ‘üzülme sakin ol, halledeceksin’ dedi. Meğer o cümleleri bekliyormuş gözyaşlarım. Sel oldu aktı yanaklarımdan.
Evimizin önünde mahallenin beslediği bir sokak köpeği var. Ben ne ara ona sarıldım. Dört ayaklı bir varlık nasıl vücudunu bana sarabildi. Hiç bilmiyorum. Gözyaşlarımı silerken kendimi köpeğin omuzunda ağlarken buldum. Neredeyse belime kadar gelen, kocaman, haşmetli, korktuğum köpek benim can yoldaşım olmuştu o andan. O gün bugündür ben ona prenses diyorum. Çünkü o haşmetli vücuduna tezat incecik, narin ve bir o kadar da asil duygulara sahip. Meğerse bizim mahalledeki köpeklerin de annesiymiş. Demek o yüzden her mama verdiğimde yemiyor, kabı şöyle bir kokluyor, etrafında bir tur atıyor havlıyor, bütün köpekleri başına topluyormuş. İşte ben o gün anladım ki insan ya da hayvan fark etmez, kadın kadının yurdudur. Biz birbirimizin duygularını kolayca sezebiliriz. Prenses de benim can arkadaşım, sevincimi, üzüntümü o güçlü sezgileri ile ilk anlayan hemcinsim dostumdur. Aramızdaki bağ çok güçlü. Bir çocuğa duyulan sevgi gibi. Kelimelere ihtiyaç duymayan gözleriyle anlaşan iki yakın dostuz biz! Hala üstüme doğru atlayınca korkuyorum. Yalan değil. Ama biliyorum ki ondan bana hiç zarar gelmez.
Gelecekse bir zarar ancak bizden gelir ona. Son günlerde bir endişe kapladı içimi. Sahi prenseslerin ömrü uzun olur mu? Cevabı vicdanımızda saklı.