Kıbrıs Barış Harekatı’nın 1974 yılına kadar ertelenmiş olmasında şüphesiz Türkiye’nin 1950’li 60’lı 70’li yıllarda yaşadığı çalkantılı iç ve dış siyasi olaylarının etkisi çok büyüktür. Olayların Türk-Yunan savaşına dönüşmesi halinde Türkiye’nin prestij ve akıbeti de cevabı kestirilemeyen soruların en başında gelir. Bir de paraşüt meselesi var ki o yıllarda Türkiye’nin elini kolunu bağlayan önemli meselelerden birisi olmuştur. Paraşüt deyip geçmemek lazım. Askeri hava harekatlarında önemli bir yer teşkil eder. Belki de Kıbrıs olayları yaşanmasaydı Türkiye daha uzun yıllar paraşütün önemini bilemeyecekti!
Takvimler 1967 yılını gösteriyordu. Başbakan Demirel Kıbrıs’ta artık bir çıkartma yapılmasının kaçınılmaz olduğu fikrini benimsiyordu. Kara Kuvvetleri Komutanı Refik Yılmaz’a Kıbrıs’a çıkartma yapabilecek bir gücümüz-hazırlığımız olup olmadığını sordu. Refik Yılmaz Demirel’in sorusuna bir soru ile karşılık verdi: ‘’ Emrederseniz adaya çıkarız. Ama ne ile çıkacağız’’ İşte Türkiye’nin hazırlıksız olduğu gerçeği o anda başbakanın yüzüne sert bir tokat gibi çarpmıştı. Şimdi ne olacaktı? (1)
Süleyman Demirel, 32. Gün: Kıbrıs’ın 50. Yılı Programı’nda M. Ali Birand’a verdiği röportajda o günleri şöyle anlatıyor: ‘’ Helikopter dedik. 6 tane helikopter vardı Türkiye’de. Paraşüt dedik. Yaklaşık 150 adet muhafız alayının gösterilerde kullandığı paraşüt vardı bütün ülkede. Çıkarma gemisi dedik. 2 tane çıkarma gemisi var. Halbuki denmişti ki bana başarılı olmak için en az 48 tank çıkartmak lazım. Yani kısacası çıkartma yapılacağı ihtimali düşünülmemiş. Çıkartma yapılmadan da bu iş çözülür sanılmış’’(1) İşte bu nedenle Türkiye arkasında güçlü bir askeri hazırlık var imajı vererek bu işi bir kez daha diplomasi ile çözme yoluna gitmek zorunda kaldı.
Kıbrıs Türkleri bir kez daha Türkiye’den gizlice temin ettikleri yetersiz sayıdaki silahları ile olayların ortasında öylece kala kalmışlardı! Burada filmi biraz başa saralım. Olaylara en başından başlayalım. Ne olmuştu? Neden olmuştu hepsini sırasıyla hatırlayalım:
I. Dünya Savaşı bitmiş, imparatorluklar yıkılmıştı. Osmanlı İmparatorluğu da yıkılan imparatorluklar listesinde yerini almış, işgale direnilen son kara parçası üzerinde yeni bir Türk devleti, Türkiye Cumhuriyeti kurulmuştu. Çetin geçen Lozan Görüşmeleri sonunda Milli Mücadele döneminde çizilen Misak-ı Milli sınırlarının büyük bir bölümü güvence altına alınmış; ancak batıda Ege Denizi’nde, güneyde Akdeniz’de burnumuzun ucundaki adalar sorunlarımız çözülememişti.
1700’lerden sonra ne şanlı Barbaros Hayrettin Paşa’lar ne Turgut Reisler yetişmişti Osmanlı topraklarında. II. Abdülhamit’in savaşsız zafer politikaları sonucu Türk Donanması demirlediği limanlarda çürümeye terkedildiği için Türkler kara savaşlarında etkili olmuş, denizcilik gerilemişti. Bu durum nedeniyle Milli Mücadele Kahramanları kara savaşlarında nereleri savunabildilerse oraları vatan toprağı yapabilmişlerdi yalnızca!
Kıbrıs da Milli Mücadele döneminde savunulamayan, savunulmasına fırsat bile verilmemiş olan adalarımızdan birisiydi. II. Abdülhamit döneminde geçici olarak İngiltere’nin yönetimine bırakılmış olan ada, İngiltere’nin I. Dünya Savaşı sırasında karşı devletler ile birlikte savaşa girmesi sonucu ilhak edilmiş, yönetim hakkı Osmanlı’nın elinden çıkmıştı. Nitekim Lozan’da bu sonuç değiştirilememiştir.
Lozan Barış Andlaşması 20 nci maddesinde, Türk Hükümetinin, Kıbrıs’ın Britanya Hükümeti tarafından 5 Kasım 1914’te ilân olunan ilhakını tanıdığı beyan olunmaktaydı. (Eroğlu) (2). Bu antlaşma metni ile Kıbrıs Adası’nın Yunanistan’a bağlanarak bir Helen Adası olduğunu kabul ettiremeyen Rumlar, Kıbrıs Ortadoks Kilisesi’nin de desteği ile ENOSİS fikrini gerçekleştirmek için psikolojik ve silahlı şiddet olaylarına başlamışlardır. (2)
Kıbrıs Tarihi iki sayfalık küçük bir köşe yazısı ile anlatılamayacak kadar çok olayı barındırıyor. Bu nedenle bugün sadece paraşüt ile ilgili kısımları aktaracağım. Kıbrıs Barış Harekatı’na giden tarihi süreci kronolojik olarak yarından itibaren sizlerin bilgisine sunmayı planlıyorum.
Tarihler 1964 yılını gösterdiğinde. Erenköy Koyu’nda Rumların saldırısına direnen bir grup Türk öğrenci Türkiye’den gelecek yardım umuduna tutunmuş, bulundukları mevziiyi koruyamaya çalışıyorlardı. Peki ne olmuştu da Erenköy Koyu’nda Türk gençleri Rumlara karşı savunmaya geçmişti?
1960 yılında Türkiye-Yunanistan garantörlüğünde kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti uzun ömürlü olmamış, Rumların sık sık anayasayı ihlal etmeleri nedeniyle silahlı çatışmalar başlamıştı. Rumların “AKRİTAS Planı” adını verdikleri Türkleri yok etme planı iki halkı karşı karşıya getirmişti. Türkiye olaylar karşısında tarafsız kalmaya çalışıyordu. Çünkü ortada yapılmış Lozan Antlaşması, Londra ve Zürih Konferansları vardı. Adada yaşayan iki halk eşit statüde, nüfus yoğunluklarına göre oluşturdukları parlamentoları ile demokratik bir şekilde yönetilecekti. Fakat beklenen olmadı. Ada’da yaşayan Rumlar adanın Yunanistan’a bağlanmasını istiyorlardı. Türkler ise I. Dünya Savaşı öncesi Osmanlı’ya ait olan adanın İngiltere’nin çekilmesi ile kendilerine ait olması gerektiğini iddia ediyorlardı. Bu konuda anlaşamayan iki halk kendi bölgelerini ölümüne savunmaya, çatışmaya başlamışlardı. (3)
Bu çatışmaları basından takip eden Kıbrıslı öğrenciler, direnişe destek vermek amacıyla İstanbul ve Ankara’daki yükseköğrenimlerini bırakarak örgütlenerek Kıbrıs’a dönmüşlerdi. Kıbrıs mücadelesinin başlangıcına denk gelen Erenköy Direnişi işte böylece başlamıştı. (3)
21 Aralık 1963 günü iki Türk öldürüldü. Kıbrıs Tarihine ‘’Banyo Katliamı’’ olarak geçen Binbaşı Nihat İlhan’ın eşi ile üç çocuğu vahşice katledildi. Türkler, dağınık şekilde yaşadıkları adada kendilerini savunmaya başladılar. Bu savunmalardan en önemlisi Erenköy koyu idi. Çünkü Türkiye’den gelen silah sevkiyatının yapıldığı ve Türkiye ile bağlantı kurulan tek limandı. Bu bölgenin kaybedilmesi demek Türkiye ile irtibatın kopması demekti (3)
26 Ocak 1964’te ilk Rum atakları başlamıştı. 30 Mart’ta bölgeye 40 kişilik Türk öğrenci grubu takviye olarak geldi. Rumlar 500 kişilik bir gruptu. Bir hafta boyunca taarruz devam etti. Bölgede ciddi bir Türk Birliği yoktu. Erenköy’ün durumu Genel Kurmaya ulaşınca Harp Dairesi TMT’ye (kendilerine mücahit diyen Türk gençlerinin kurduğu teşkilat: Türk Mukavemet Teşkilatı) ilk destek olarak Albay Rıza Vuruşkan’ı bölge komutanlığı görevine getirdi. Albay Vuruşkan, Rauf Denktaş, Milliyet gazetesi yazarı Ömer Sami Coşar ve gönüllü öğrenciler 31 Temmuz 1964’te Deniz Kuvvetleri botu ile Erenköy’e çıktılar. Bu tarihten itibaren bölgenin savunması için amansız bir mücadele başladı. Türkiye’den gönderilen yardım Ocak ayından beri bölgeyi savunmak için büyük mücadele veren Türk öğrencilere moral olmuştu. Fakat geçen süre zarfında denize doğru çekile çekile ellerindeki geniş araziyi de gün geçtikçe Rumlara kaptırıyorlardı. (3)
Türk Mukavemet Teşkilatı, EOKA adlı, Rumların Türklerin adadan gitmesi için kurdukları silahlı örgütle mücadele etmek için oluşturulmuştu. EOAKA’nın başında bulunan Grivas, Türklerin adadan mutlaka gitmesinden yanaydı. Eline harika bir fırsat geçmiş bir grup Türk’ü Erenköy koyunda sıkıştırmıştı. 26 Ocak’ta başlamış olan Rum ataklarına Türklerin dayanacak gücü kalmamıştı artık. Nihayet Pilot Yüzbaşı Cengiz Topel başkanlığında hava jetleri imdada yetişmişti. 8 Ağustos günü artık Kıbrıs semalarında Türk jetleri uçuyor, Rum mevzilerini bombalıyordu. Bu müdahale çok geçmeden meyvesini verdi. Bir kez daha Kıbrıs’ta olaylar yatışmıştı. İngiltere- Yunanistan- Türkiye- BM arasında gidip gelen bürokratların mekik diplomasisi sonuç vermişti. Fakat artık Kıbrıs Cumhuriyeti diye bir yönetimin yerinde de yeller esiyordu. Türkler ve Rumlar bir daha birleşmemek üzere ayrılmış, adanın ortasından çizilmiş hat ile ayrı bölgelerde yaşamaya başlamışlardı. (3)
Ateşkes Türkiye’nin umduğu kadar mutlu bir son ile bitmedi. Harekat sırasında uçağı isabet alan ve paraşütle adanın Rum bölgesine inmek zorunda kalan Pilot Yzb. Cengiz Topel’in akıbeti belirsizdi. Kendisinden haber alınamıyordu. Nitekim birkaç gün sonra acı olay duyuldu. Rumların eline geçen Yzb. Topel işkenceler sonucu hayatını kaybetmişti. Naaşının verilmesi de dahil Türkiye yeniden bilinmez bir kaosun içine sürüklenmişti. (3)
Bugün 18 Temmuz 2024. 50 Yıl önce bugün, Rauf Denktaş, geçmişte yaşanmış onca acıya rağmen umudunu hiçbir zaman kesmemiş, Türkiye’den gelecek askerin yolunu sonsuz bir sabırla beklemeye devam ediyordu. Kendisine inanmayanlara inat, ‘’ Bekleyin! Mutlaka gelecekler’’ diyordu. Denktaş’ın bu umutlu bekleyişine sadece 2 gün kalmıştı. Beklenen gün çok yakındı. Çünkü Demirel’e 1967 yılında soğuk duş etkisi yaptıran askeri mühimmat eksikliği, yıllar içerisinde zor da olsa giderilmişti. En zoru da paraşüt temin etmek oldu. Başlarda hiçbir ülkeden paraşüt temin edilememişti. Ülkeler satacakları silahları da askeri müdahalelerde kullanmaması şartıyla Türkiye’ye verebilecekleri belirtiyorlardı. Sonunda Türkiye kolları sıvadı. Almanya’dan motor ve çeşitli ülkelerden de saç temin ederek kendi silahlarını kendi yapma yoluna gitti. İhtiyaç duyulan 15 bin kadar paraşütü de büyük mücadeleler sonunda bir yerlerden bulmuştu. (1)
Türkiye bir gün mutlaka Kıbrıs’a müdahale edeceğinin farkına varalı çok olmuştu. O gün geldiğinde yalnız kalacağının da bilincindeydi. Sert ve küçük düşürücü Johnson mektuplarına da artık karnı toktu! Yeni bir dünya düzeni kurulmuş. Türkiye de orada yerini çoktan almaya başlamıştı. Türk Silahlı Kuvvetleri kendi silahını, tankını tüfeğini yapmış paraşütünü temin etmişti! Akdeniz’in bir ucunda sakince, soğuk kanlı, diplomasiyi önceleyen ama askeri gücünü koz olarak kullandığı politikasına devam eden Türkiye; diğer ucunda Denktaş sabırla o günün gelmesini bekliyorlardı.
Denktaş biliyordu. Türkiye bir gün mutlaka gelecekti. O gün belki yarın belki de yarından da yakındı…
Yararlanılan Kaynaklar:
- Birand, M.A (2017), Kıbrıs’ın 50. Yılı, 32. Gün Belgesel, https://www.youtube.com/watch?v=mxHs4N66UCM&t=240s (18.07.2024 tarihinde görüntülendi)
- Eroğlu, H. (2002), Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni Yaratan Tarihi Süreç ve Son Gelişmeler, Atatürk Araştırma Dergisi
- Çağatan T., Tuncel C.O (2017), Kıbrıs Türk Milli Mücadelesinde Erenköy Direnişi: Bir Sözlü Tarih Çalışması, Uludağ Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi