Antik Yunan’da 13 yaşında iken Epir Krallığı (Sırbistan) tahtına oturan Kral Pirus, dört yıl sonra tahtını Cassander’e kaptırmıştı. Büyük İskender’in ölümü ile İskender’in meydana getirdiği siyasi birlik ve otorite yerini savaşlara ve bölünmelere bıraktı. Bu karışıklıktan yararlanan Pirus, Mısır’da Krallığını ilan eden 1. Ptolemaios Soter’in desteği ile yeniden Epir Kralı olmayı başardı. (2)
Bu sırada Güney İtalya’da Roma güç kazanıyordu. Kral Pirus, Roma tehdidi nedeniyle kendisinden yardım isteyen Yunan Tarenteum Şehir Devleti’nin imdadına yetişti. Savaşı kazandı. Kısa sürede bölgenin güçlü lideri oldu. Sınırlarını genişletti. Makedonya Kralı ünvanını aldı. Roma ile karşı karşıya geldiği savaşlarda büyük kayıplar vermiş fakat mücadeleden vazgeçmeyerek savaşın kazananı olmayı başarmıştı. Fakat bu zafer, gerçekten bir zafer miydi? (2)
Pirus, yaptığı savaşların sonunda en iyi komutanlarını, fillerini, en iyi askerlerini, aile bireylerini (kardeşini) kaybetti. Kayıplarının yasını dahi tutamadan doğduğu topraklara büyük zorluklarla dönebildi. Yalnız kalmıştı. Bundan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı. Savaştan savaşa koşan Pirus, her şeyini kaybede kaybede son yaptığı savaşta en sonunda hayatını da kaybetti. (2) Günümüzde PİRUS ZAFERİ olarak tarihi literatürde yerini almış olan deyim; ‘’kazananın her şeyini kaybettiği için büyük yıkımlara sebep olan zafer, yenilgiye eşdeğer bir zafer’’ anlamında kullanılmaktadır.
Mustafa Kemal’in Büyük Taarruz sırasında çekilmiş üç beş fotoğrafından birisidir elinde sigara, kafasında kalpak, dizine kadar çizmeleri, incecik bacakları, zayıflamış, yanakları çökmüş, başı önde düşüncelere dalıp gittiği Afyon Kocatepe’deki resmi… Bu resme baktıkça hangimizin içi sızlamaz? Fotoğrafta ya kazanamazsa kaygısı o kadar belirgindir ki… O heybetli, kendinden emin Mustafa Kemal’in belki de ilk ve tek kamburu çıkmış, endişeler içindeki fotoğrafıdır bu.
Mustafa Kemal, hayatı boyunca girdiği iki savaşta ölümü göze aldı. Birincisi malumunuz Çanakkale Kara Muharebeleri… ‘’Ben size ölmeyi emrediyorum’’ tarihte hiçbir komutanın vermeye cesaret edemediği çılgınlık ötesi bir emir olsa gerek! İkincisi ise Büyük Taarruz. Çünkü bu savaş ya kazanılacak ya kazanılacaktı. Aksi düşünülemezdi. Yine savaş geleneklerini hiçe sayarak ‘’ Hattı müdafaa yoktur sathı müdafaa vardır. O satıh bütün vatandır. Düşmanı tamamen kovuncaya kadar durmak yok!’’ Bir komutan daha başka nasıl çılgın bir emir verebilir? Ya o emri alıp başına koyan çılgın Türk Askeri! İçine girdikleri bir siper yok. Öyle bozkırda ölümüne atlı ya da yaya saldırıyorlar, kovalıyorlar Yunanı…
Bu yazıya Kral Pirus’un hüzünlü hikayesi ile başlamamın sebebi Mustafa Kemal’in Afyon’da başlattığı ani saldırı hareketinin Kral Pirus zaferlerine benzerliği ve çok az bir farkının olmasıdır. Durun hemen celallenmeyin! Ne yaptın? Büyük Taarruz’u Pirus Zaferi olarak mı değerlendirdin? Çok yazık! Dediğinizi duyar gibiyim. Hayır! Asla! En gururlu, göğsümüzü kabartan, gözlerimizi yaşartan, her biri için her seferinde ruhları şad olsun diyerek dualar ettiğimiz Türk Askeri’nin zaferini nasıl Pirus Zaferi ile eşit tutacağımı düşünürsünüz? Tabi ki hayır! Müsadenizle benzerlik ve farkı anlatayım:
Bu yazıyı hazırlarken aldım önüme Atatürk’ün Kocatepe’deki endişeli fotoğrafını. Düşündüm uzun uzun. Ben onun yerinde olsam ne hissederdim diye. İşte o zaman aklıma Pirus Zaferi deyimi geldi. Neden mi? Çünkü; I. Dünya Savaşı’ndan yenik çıkan Osmanlı’nın imzaladığı Mondros ve Sevr sonucu işgaller başlamış; İngiltere, Fransa ve İtalya en stratejik Anadolu topraklarına yerleşmeye hazırlanıyorlardı. Bu sırada beklenmeyen bir şey oldu. Kimsenin tahmin etmediği direnişler başladı Anadolu’da… Bir süre sonra da Mustafa Kemal, direnişin başına geçti. Bu olay savaş yorgunu İngiltere’nin içinde, halkında büyük hoşnutsuzluk yarattı. İngilizler artık savaşmak istemiyorlardı. Ne maddi ne manevi hiçbir dayanakları kalmamıştı. Uzun süren savaş, bütün Avrupa’yı yormuştu. Peki üzerlerinde güneşin asla batmadığını iddia eden bu mağrur ve gururlu imparatorluk ne yapacaktı şimdi? Geri mi çekilecekti? Nasıl olabilirdi böyle bir şey! İşte böylece perdenin ardında kalmayı başaran İngiliz Lordlar Kamarası, Megalo İdea ile milattan önceki devirlerin hayalini kuran Büyük İskender’in torunları olduğunu iddia eden Yunan’a Anadolu’nun kapılarını açtı. (3) Avrupa, tarihini çok iyi bilirdi. Pirus’un hikayesi de her zaman akıllarının bir köşesindeydi. Bir daha asla her şeylerini kaybedecek kadar savaşmayacaklardı. Sömürgeler ne güne duruyordu! Ellerini kirletmeye gerek yoktu. Nitekim, Yeni Zelanda ve Avustralya’dan gelen ANZAK askerleri Çanakkale’de askerlerimiz ile koyun koyuna huzur içinde bu nedenle yatmaktadır.
Aynı Avrupa sömürgelerine, tarihten çıkardığı derslerine rağmen bir şeyin farkına varamamıştı. Türklerin artık gidecekleri başka bir yurtları/toprakları yoktu. Yani bulundukları bölgeden asla ayrılmayacaklardı. Bunun için ant içmişlerdi (Misak-ı Milli: Ulusal Yemin demektir). Bir de yüz yılda bir dünyaya gelen o da Türk Milleti’ne nasip olmuş bir büyük liderleri vardı. O lider, savaşın ortasında bile kitap okumaktan vazgeçmeyen bir entellektüeldi ki Avrupa’nın ders aldığı Kral Pirus’un hikayesini de muhtemelen biliyordu. Bu bir tesadüf ise Allah’a şükürler olsun. Değil, bilinçli bir kitap tercihi ise, Atatürk’ün önünde bir kez daha saygıyla eğiliyorum. Bu yazıyı hazırlarken en heyecanla araştırdığım bölüm Kral Pirus’un hikayesi’nin Atatürk’ün bilip bilmediği idi. Anıtkabir Derneği’nin web sitesi (1)’nde Atatürk’ün okuduğu kitaplar listesinde Avrupa Devletler Tarihi var. Kitabın içeriğinin tamamına ulaşamadım. Fakat Roma İmparatorluğu, Büyük İskender, Helen medeniyeti gibi konulara değinilmiş. Atatürk’ün bu kitabın sayfalarının altını çizdiği bölümler gösteriliyor. Bir kez daha Atatürk’ün hiçbir kararının şans eseri olmadığını anlamış bulunuyoruz. Gelelim Kral Pirus ve Atatürk’ün savaşlarındaki hüzünlü benzerliklerine ve farklarına;
Benzerlik: Bir yıl önce Anadolu’da Haymana bölgesine yani Ankara’da yeni açılan Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin burnunun dibine kadar gelme cüreti gösteren Yunanlılar (Sakarya Savaşı 1921) eğer savaşı kazansaydı Mustafa Kemal de muhtemelen son kurşunu kalana kadar Yunan üzerine taarruza devam eder; son nefesini savaş meydanında vermeyi seçerdi. Farklar: Türkler başkasının toprağını işgal etmek için savaşmadı. Çok iyi bildikleri kendi coğrafyalarında savunma savaşı yaptılar. Macera peşinde koşmadılar. Tek amaçları Yunan askerlerinin İzmir Limanı’ndan gemilere binip gitmelerini sağlamaktı.
Sabaha karşı hiç beklenmedik bir anda saldırıya geçen Türk Ordusunun çok kısa bir sürede başarısını gören yakın silah arkadaşları, Selanik’e kadar orduyu sürmeyi teklif ettiklerinde Mustafa Kemal bunu reddetmiştir. Muhtemelen büyük bir yıkıma sebep olacak Pirus Zaferi istemediğinden… O duyguları ile değil her zaman aklın emrettiği doğrultuda hareket eden bir kişiydi. Doğduğu toprakların Misak-ı Milli sınırları içinde olmadığı, Balkanlardaki Türklerin büyük bir bölümünün Anadolu’ya göçtüğü, oralarda toprağını savunacak silahlı bir Türk yapılanması olmadığı gerçeğini görmekteydi. Selanik’e kadar gidip ne için savaşacaktı? Evet orada baba yadigarı bir evi, babasının da mezarı bulunuyordu. Fakat üzerinden bir hayli zaman geçmişti. O artık Anadolu’yu yurdu kabul etmiş, Anadolu’daki halkın bağrına bastığı oğul olmuştu.
Ben ailemin cumhuriyet dönemi doğan dördüncü nesliyim. Dedem tam dört yıl askerlik yapmış. Bir maceraya atılsaydı Mustafa Kemal, varın siz düşünün daha kaç ocak söner, yorgun ve bitkin halk bu maceradan alnının akı ile çıkıp on yılda on beş milyon genç yetiştirebilir miydi? Mustafa Kemal savaşı şu sözleri ile tanımlıyor: ‘’Savaş zorunlu olmadıkça bir cinayettir.’’
Kaynakça:
- Anıtkabir Derneği, https://anitkabir.com.tr , 28/08/2024 tarihinde görüntülendi.
- Abbot, J. (2023). Pirus, Kanon Kitap, 1. Baskı,9786057141200
- Çakır Gül, (2022), Büyük Taarruz Öncesinde Yunanistan’ın Anadolu’da Tutunma Çabaları: İstanbul’un İşgali Projesi ve Anadolu’da Muhtariyet İlanları, Stratejik ve Sosyal Araştırmalar Dergisi