Ülkemizde kadere inanmayan yok gibidir. Her şeyi bilen bir yaratıcının bizim için biçtiği bir ömre; bize kısmet ettiği şanslara çok inanılır. Bu nedenle de olmayanı oldurmaya çalışmaz. Uğraşmaz. Başkası uğraşsın ister. Güzel olursa benden, kötü olursa ondan olsun ister. Hazıra konmayı sever. Çabuk vazgeçer. Çabuk pes eder. Okumak sıkıcı bir faaliyettir. Kütüphaneden çok kahvehane vardır her köşede. Konuşmak okumaktan daha eğlencelidir. Her konuda bilgili bilgisiz konuşur durur. Lafla peynir gemilerini dizer önüne her gün rengarenk bu coğrafyanın insanı.
Coğrafya kaderdir cümlesi çok popülerdir buralarda. Vah zavallı coğrafya! Matematik yetmiyormuş gibi bir de senden korkuyorlar!
Halbuki dönüp ardımıza baksak, binlerce yıl önce o hayran olduğumuz batının da ülkemizin şu andaki durumundan pek farklı olmadığını göreceğiz. Hadi gitmeyelim o kadar uzaklara. Bir başka hayran olunan medeniyete, Osmanlı’ya bakalım: Fatih Sultan Mehmet o büyük devasa topları döktürmeseydi; kızaklarla kaydırmasaydı gemilerini, buraya kadarmış coğrafya benim kaderimmiş deseydi; İstanbul Türk şehri haline gelir miydi? Tabi ki içine doğulan toplumun aşılmaz duvarlarla kaplı olması, her vatandaşın eşit haklara sahip olmaması kolay değiştirilecek olgular değildir. Coğrafyanın kader olduğunu düşünenlere hak veriyorum çoğu zaman. Fakat her hak verdiğimde şu apaçık gerçek de kulaklarımda uğuldayıp duruyor yüksek bir perdeden: Hiçbir medeniyet güzele, iyiye, doğruya kolay ulaşmadı. Toplumda ilk sesini yükselten daha iyiyi güzeli arzulayan hep ötekileştirildi. Alaşağı edildi. İşte asıl bu kaderi değiştirmek gerekir.
Peki ama nasıl? Kolay mı bunları yapabilmek? İnsanların düşüncelerini değiştirmek ne zaman kolay oldu ki! Önünde, ardında, yöresinde yürüyenlerin bir bir yoldan çıktığını ne zaman görmedi ki azimle yürümeye çalışan!
Mesela akıntıya karşı var güçleri ile kürek çekmek yerine derenin yatağını değiştirme vaktinin geldiğini fark ediyor mu bir Allah’ın kulu? Koskoca hiçliklerin karşısında her şeye ve herkese rağmen başları dik eğilmeden durabilen bir insan evladı kaldı mı etrafımızda? Kralın çıplak olduğunu söyleyenlerden hangisi demir parmaklıkların ardına gitmedi?
Bugün 7 Kasım 2024.
1916 yılında bugün Woodrow Wilson ABD Başkanı seçilmişti. Onun kaleme aldığı ilkelerden ilham alan Mustafa Kemal Paşa Milli Mücadeleyi başlatmış ve haklı gerekçelerini temellendirebilmişti. Bugün ise Trump ABD’nin 47. Başkanı seçildi. Kim bilir hangi ülkenin lideri onun kaleme alacağı ilkelerden ilhamla dünyanın neresini yangın yerine çevirecek.
1892 yılında bugün İstanbul’da Darülaceze’nin temelleri atılmıştı. Bugün ise çocuklar ve yaşlılar bir gün daha yaşayabildiklerine şükreder haldeler.
1942 yılında bugün Türk İnkılap Enstitüsü kurulmuştu. Bugün ise Anayasanın 4. Maddesi değişsin diye TBMM’nin bağımsız kürsüsünden seslenenler Atatürk’ün yaptığı tüm devrimlere karşılar. İnkılapları görmezden geliyorlar.
1938 yılının bugününde ise hiç kimse son Cumhuriyet Bayramı’nı İstanbul Dolmabahçe Sarayı’ndaki hasta yatağında karşılayan Mustafa Kemal Paşa’nın sonsuzluğa gidişine 3 gün kaldığını bilmiyordu. Bugün maalesef bu gerçeği biliyoruz.
Bugün bildiğimiz bir gerçek daha var ki işte o, kaderini elinde tutanların avuçlarında sımsıkı duruyor!
Birinci vazifemizin Türk istiklâlini ve Türk Cumhuriyetini sonsuza kadar koruyup savunmamız gerektiği; varlığımızın ve kurtuluşumuzun biricik temelinin bu olduğu; bu temelin bizim en kıymetli hazinemiz olduğu; gelecekte bile bizi bu hazîneden mahrum etmek isteyecek içeride ve dışarıda düşmanlarımızın olacağı; bir gün, istiklâl ve cumhuriyeti müdafaa mecburiyetine düşersek vazifeye atılmak için, içinde bulunduğumuz vaziyetin imkân ve şartlarını düşünmememiz gerektiği; bu imkân ve şartlar hiç müsait bir durumda olmayabilir. İstiklâl ve cumhuriyetimize zarar verecek düşmanlar, bütün dünyada bir benzeri görülmemiş bir galibiyetin sahibi olabilir. Zorla ve hile ile aziz vatanının, bütün kaleleri ele geçirilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi tamamen işgal edilmiş olabilir. Bütün bu şartlardan daha kötü ve daha vahim olmak üzere, memlekette, iktidara sahip olanlar gaflet ve sapkınlık ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler. Hattâ bu iktidar sahipleri şahsi menfaatlerini, yönetimlerini siyasî emelleri için kullanabilirler. Millet, çok fakir ve zorluklar içinde bıkkın ve üzgün olabilir. İşte sen Türk geleceğine yön verecek olan evladım, bu durumda coğrafya kaderimdir deme! İçinde bulunduğun imkan ve şartları içindeki tek amacın Türk istiklâl ve Cumhuriyetini kurtarmaktır. Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda, mevcuttur. Çünkü sen kaderine yön verensin. Boyun eğmeyecek olansın. Bir lidere ihtiyacı olmayansın. Sen kendi kendinin liderisin…
Ne acıdır ki cumhuriyetimizin 101. Yılında hala bu cümlelerin üzerine söylenmiş bir cümle yok. Bu vizyonun üzerine çıkabilmiş bir lider yok. Çünkü çıkmaya çalışan her kim olursa durduruluyor. Bıktırılıyor. Küstürülüyor.