Berna Deveci
Köşe Yazarı
Berna Deveci
 

Kumandanın kapatma düğmesi

Bolu’da yaşanan otel yangını ve Konya’daki binanın çöküşü, Türkiye’nin geçmiş yaşantılarından yeterince ders almadığını, gerekli denetim mekanizmalarının çalışmadığını bir kez daha çok acı bir şekilde gözler önüne serdi. 6 Şubat 2023 depremlerinin yaraları bu denli taze iken Konya’da yıkılan binanın çöküş nedeninin kolonlarının kesilmiş oluşu; yangın denetiminin tartışmalı olduğu anlaşılan şu Bolu’daki otelin cayır cayır yanışı ve istifa mekanizmasının bir türlü çalışmıyor olması vatandaşa bu kadarı da olmaz dedirtti. Saç baş yoldurttu. İnsanın kumandanın kapatma düğmesine basası, her şeyi bırakıp çekip gidesi geliyor! Psikolog Aderfer’in Erg Teorisini duymuş muydunuz? Alderfer, insanların gereksinimlerinin 3 aşaması olduğundan bahseder. Ona göre insanlar; gelişme, ilişki ve var oluş ihtiyacına gereksinim duyuyorlar. Bunlar kendi içinde şu 6 başlık altında özetleniyor: Kendini gerçekleştirme - statü ve saygınlık - aidiyet ve sevgi – güvenlik - fizyolojik ihtiyaçlar… Güldünüz değil mi içinizden? Ben de güldüm ağlanacak halimize. Çünkü hepimiz de bal gibi biliyoruz ki ülkemizde bu ihtiyaçların hiçbirisini vatandaşlar karşılayamıyor. İnsanlar, statü ve saygınlıklarını elde etseler bile bir serseri aleve yenik düşüp kül olabiliyorlar. Otelin yangın merdiveni var mı? Sağlık ve güvenlik denetimleri yapılmış mı? Bunları araştırmak tatil yapmak isteyen bir kişinin sorumluluğu olmamalı. İşletmelerin eli armut toplamamalı! Bu kaybettiğimiz canlar bir daha kolay yetişir mi bilmem. Profesörü var. İş insanı var. Sporcusu var. Gazetecisi var. Yazık değil mi bu insanlara. Statüleri olmasaydı bu kadar üzülmeyecek miydik? Tabi ki üzülecektik. Her bir can değerli, önemli. Ama ülkemize bu denli katma değer katan kişiler bir gecede kaybedilince bir kez değil iki kez kahroluyor insan! Aidiyet ve sevgi ihtiyacımız zaten yok oldu olacak. Nitekim sosyal medya ve yerel/ulusal haber kanallarında yangın felaketi sonrası kurumların birbirini suçlaması ve kendilerini akıl almaz savunuşları herkeste şok etkisi yarattı. Bu sorumsuz kurumlar bizim miydi? Bize mi hizmet ediyordu? Türk halkı ödediği vergilerle bu muameleyi mi hak ediyordu? Aidiyet duygumuz büyük yara aldı. İçinde bir gram sevgisi kırıntısı kalanlar saçını başını yoldu gözü yaşlı TV karşısında! Güvenlik ihtiyacımız uzun zamandır karşılanmıyordu zaten. Onu da çok acı bir şekilde deneyimliyorduk. 6 Şubat’ın neredeyse ikinci yılına girilmesine rağmen depremzedelerin konteyner kentlerde yaşamasından anlamıştık. Maşallah son asgari ücrete ve emeklilere verilen zamlar da tuz biber ekti fizyolojik ihtiyaçlarımıza.   Şimdi biz Alderfen hocaya gülmeyelim de kime gülelim? Kendini gerçekleştirmek mi? Hım! Bu yokluk düzeninde günün sonunu (kimse ayın sonunu getiremediği için) zor getiren Türk Halkı, kendini gerçekleştirir mi gerçekleştirmez mi bilmem ama tüm zamanların, Ortadoğu ve Balkanların rekorunu kırıyor: Resmen var oluş mücadelesi veriyor. Gençler de çalışanlar da emekliler de umutsuz, mutsuz. Gençler geleceklerini Türkiye’nin dışında arıyorlar. Anneler-babalar gönüllü gönderiyor yavrularını maalesef. Çalışanlar biliyorlar ki emekli olduklarında da rahata eremeyecekler. Çalışmaya devam etmek zorunda kalacaklar. Emekli maaşları sadece garnitür parası olacak sofralarında. Emeklilerimiz ise Dünyanın dört bir yanından gelen emekli turistlere ya simit satıyor olacak ya bir lokantada yemek yapıyor olacak ya da taksi ile o mekan senin bu mekan benim gezdiriyor olacaklar. Batsın be bu dünya… Orhan abimiz ne acı çekmiş olmalı (!) bu şarkıyı yazarken. Ağlatıp da gülene yazıklar olsun gerçekten! Halbuki Türkiye çok zengin bir ülke. Her türlü zorluğun üstesinden gelir kodlarıyla büyütülmüş çocuklardık biz. Türk övün, çalış, güven yazıyordu okullarımızda. Mütevazi, sevgi dolu, orda bir köy var uzakta o köy bizim köyümüzdür şarkılarıyla yetiştirildik biz. Şimdi ne övünüyoruz bu yaşadıklarımıza ne de uzakta bir köyümüz kaldı. O uzaklardaki köyler mülteciler ile doldu taştı. Oysa ülkenin dört bir yanı bizim evimiz, her bir vatandaş bizim kardeşimiz, amcamız, teyzemizdi. Nitekim hiçbir dilde hiç kimse tanımadığı bir kişiye abi, amca, teyze diye hitap etmez. Örneğin bir İngiliz’in fırıncıya uncle dediğini yan komşuya aunt dediğini duymazsınız. Çok da iddialı konuşmayayım. Şimdi dünyanın bir yerinde birileri de amca-teyze diye hitab ediyorsa yabancılara  rezil olmayalım. Değil mi? Ama genellikle Miss, Mister, Mösyö, Madamme ön eklerinin kullanıldığını biliyoruz yabancılar için. Neyse uzatmayayım. İşte bu kodlar hala derinlerde bir yerlerde durduğu, yeni nesillere (umarım) aktarılabildiği için belki de toptan isyan etmiyoruz. Çıldırmıyoruz. Mütevaziliği elden bırakmıyoruz. Keşke zengin bir ülke kodları yerine bu zenginliğin bir sonu olabileceği; Türkiye her geçen gün varlıklarını kaybediyor. Kaynaklar sınırlıdır. Türkiye varlıklarını özellikle de öz değerlerini her koşulda korumalı, vatandaşına gereken değeri vermelidir bilgileri ile büyütülseydik. Öz değer! Ah işte o öz değer… Öz değerimizi kaybettik. Kaybetmeye de devam ediyoruz. Devletin vatandaş için var olması gerektiğini unuttuk. Vatandaş devlet için var felsefesine doğru koşar adımlarla ilerliyoruz. Bu nedenle de devlet neydi? Vatandaş ne demekti? Çok çabuk unutuyoruz ve hatırlamıyoruz… Bizi yönetenleri büyüktür. Onlar her şeyi bilir ile yaftalıyoruz. Hop! Onları siz oy verip seçmeseydiniz, orada başımızın üzerinde olmayacaklardı. Dolayısıyla vatandaştan daha büyük kimse yok. Ne olur hatırlayın artık! Siz kumandanın kapatma düğmesine basmıyorsunuz diye film devam etmiyor. Bitti. Bitti. Reklamlar oynuyor. Görmüyor musunuz?
Ekleme Tarihi: 28 Ocak 2025 - Salı
Berna Deveci

Kumandanın kapatma düğmesi

Bolu’da yaşanan otel yangını ve Konya’daki binanın çöküşü, Türkiye’nin geçmiş yaşantılarından yeterince ders almadığını, gerekli denetim mekanizmalarının çalışmadığını bir kez daha çok acı bir şekilde gözler önüne serdi.

6 Şubat 2023 depremlerinin yaraları bu denli taze iken Konya’da yıkılan binanın çöküş nedeninin kolonlarının kesilmiş oluşu; yangın denetiminin tartışmalı olduğu anlaşılan şu Bolu’daki otelin cayır cayır yanışı ve istifa mekanizmasının bir türlü çalışmıyor olması vatandaşa bu kadarı da olmaz dedirtti. Saç baş yoldurttu. İnsanın kumandanın kapatma düğmesine basası, her şeyi bırakıp çekip gidesi geliyor!

Psikolog Aderfer’in Erg Teorisini duymuş muydunuz? Alderfer, insanların gereksinimlerinin 3 aşaması olduğundan bahseder. Ona göre insanlar; gelişme, ilişki ve var oluş ihtiyacına gereksinim duyuyorlar. Bunlar kendi içinde şu 6 başlık altında özetleniyor: Kendini gerçekleştirme - statü ve saygınlık - aidiyet ve sevgi – güvenlik - fizyolojik ihtiyaçlar… Güldünüz değil mi içinizden? Ben de güldüm ağlanacak halimize. Çünkü hepimiz de bal gibi biliyoruz ki ülkemizde bu ihtiyaçların hiçbirisini vatandaşlar karşılayamıyor.

İnsanlar, statü ve saygınlıklarını elde etseler bile bir serseri aleve yenik düşüp kül olabiliyorlar. Otelin yangın merdiveni var mı? Sağlık ve güvenlik denetimleri yapılmış mı? Bunları araştırmak tatil yapmak isteyen bir kişinin sorumluluğu olmamalı. İşletmelerin eli armut toplamamalı! Bu kaybettiğimiz canlar bir daha kolay yetişir mi bilmem. Profesörü var. İş insanı var. Sporcusu var. Gazetecisi var. Yazık değil mi bu insanlara. Statüleri olmasaydı bu kadar üzülmeyecek miydik? Tabi ki üzülecektik. Her bir can değerli, önemli. Ama ülkemize bu denli katma değer katan kişiler bir gecede kaybedilince bir kez değil iki kez kahroluyor insan!

Aidiyet ve sevgi ihtiyacımız zaten yok oldu olacak. Nitekim sosyal medya ve yerel/ulusal haber kanallarında yangın felaketi sonrası kurumların birbirini suçlaması ve kendilerini akıl almaz savunuşları herkeste şok etkisi yarattı. Bu sorumsuz kurumlar bizim miydi? Bize mi hizmet ediyordu? Türk halkı ödediği vergilerle bu muameleyi mi hak ediyordu? Aidiyet duygumuz büyük yara aldı. İçinde bir gram sevgisi kırıntısı kalanlar saçını başını yoldu gözü yaşlı TV karşısında! Güvenlik ihtiyacımız uzun zamandır karşılanmıyordu zaten. Onu da çok acı bir şekilde deneyimliyorduk. 6 Şubat’ın neredeyse ikinci yılına girilmesine rağmen depremzedelerin konteyner kentlerde yaşamasından anlamıştık. Maşallah son asgari ücrete ve emeklilere verilen zamlar da tuz biber ekti fizyolojik ihtiyaçlarımıza.  

Şimdi biz Alderfen hocaya gülmeyelim de kime gülelim? Kendini gerçekleştirmek mi? Hım! Bu yokluk düzeninde günün sonunu (kimse ayın sonunu getiremediği için) zor getiren Türk Halkı, kendini gerçekleştirir mi gerçekleştirmez mi bilmem ama tüm zamanların, Ortadoğu ve Balkanların rekorunu kırıyor: Resmen var oluş mücadelesi veriyor.

Gençler de çalışanlar da emekliler de umutsuz, mutsuz. Gençler geleceklerini Türkiye’nin dışında arıyorlar. Anneler-babalar gönüllü gönderiyor yavrularını maalesef. Çalışanlar biliyorlar ki emekli olduklarında da rahata eremeyecekler. Çalışmaya devam etmek zorunda kalacaklar. Emekli maaşları sadece garnitür parası olacak sofralarında. Emeklilerimiz ise Dünyanın dört bir yanından gelen emekli turistlere ya simit satıyor olacak ya bir lokantada yemek yapıyor olacak ya da taksi ile o mekan senin bu mekan benim gezdiriyor olacaklar. Batsın be bu dünya… Orhan abimiz ne acı çekmiş olmalı (!) bu şarkıyı yazarken. Ağlatıp da gülene yazıklar olsun gerçekten!

Halbuki Türkiye çok zengin bir ülke. Her türlü zorluğun üstesinden gelir kodlarıyla büyütülmüş çocuklardık biz. Türk övün, çalış, güven yazıyordu okullarımızda. Mütevazi, sevgi dolu, orda bir köy var uzakta o köy bizim köyümüzdür şarkılarıyla yetiştirildik biz. Şimdi ne övünüyoruz bu yaşadıklarımıza ne de uzakta bir köyümüz kaldı. O uzaklardaki köyler mülteciler ile doldu taştı. Oysa ülkenin dört bir yanı bizim evimiz, her bir vatandaş bizim kardeşimiz, amcamız, teyzemizdi. Nitekim hiçbir dilde hiç kimse tanımadığı bir kişiye abi, amca, teyze diye hitap etmez. Örneğin bir İngiliz’in fırıncıya uncle dediğini yan komşuya aunt dediğini duymazsınız. Çok da iddialı konuşmayayım. Şimdi dünyanın bir yerinde birileri de amca-teyze diye hitab ediyorsa yabancılara  rezil olmayalım. Değil mi? Ama genellikle Miss, Mister, Mösyö, Madamme ön eklerinin kullanıldığını biliyoruz yabancılar için.

Neyse uzatmayayım. İşte bu kodlar hala derinlerde bir yerlerde durduğu, yeni nesillere (umarım) aktarılabildiği için belki de toptan isyan etmiyoruz. Çıldırmıyoruz. Mütevaziliği elden bırakmıyoruz. Keşke zengin bir ülke kodları yerine bu zenginliğin bir sonu olabileceği; Türkiye her geçen gün varlıklarını kaybediyor. Kaynaklar sınırlıdır. Türkiye varlıklarını özellikle de öz değerlerini her koşulda korumalı, vatandaşına gereken değeri vermelidir bilgileri ile büyütülseydik. Öz değer! Ah işte o öz değer… Öz değerimizi kaybettik. Kaybetmeye de devam ediyoruz. Devletin vatandaş için var olması gerektiğini unuttuk. Vatandaş devlet için var felsefesine doğru koşar adımlarla ilerliyoruz. Bu nedenle de devlet neydi? Vatandaş ne demekti? Çok çabuk unutuyoruz ve hatırlamıyoruz… Bizi yönetenleri büyüktür. Onlar her şeyi bilir ile yaftalıyoruz. Hop! Onları siz oy verip seçmeseydiniz, orada başımızın üzerinde olmayacaklardı. Dolayısıyla vatandaştan daha büyük kimse yok. Ne olur hatırlayın artık!

Siz kumandanın kapatma düğmesine basmıyorsunuz diye film devam etmiyor. Bitti. Bitti. Reklamlar oynuyor. Görmüyor musunuz?

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (1)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve okurmedya.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Suna Ülger
(29.01.2025 10:41 - #429)
İçimdeki volkanı patlatmissin
Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve okurmedya.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
(0) (0)
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.