Esra Sarıca
Köşe Yazarı
Esra Sarıca
 

Hangi kendimiz olalım?

Yaşamın içinde birçok rolümüz olduğu gibi birçok benliğimiz de var. Her bir rolü üstlendiğimizde farklı benliklerimiz ortaya çıkıyor mesela evlat Esra ile öğretmen Esra arasında farklılıklar var. İnsanın özünden vazgeçmemesi ve kendiyle bağını koruması adına kendiniz olun, kendinizi dinleyin diyenlerden biriyim ben. Fakat son zamanlarda hangi kendimi dinleyeceğimi şaşırmış durumdayım. Tam bu karmaşanın içindeyken fark ediyorum rollerimin üzerime yüklediklerini, inançlarımın sorumluluklarını, toplumsal bakış açısının ağırlığını, bir yandan da içimdeki isyankar o küçük kızın direnişini.  Sonra durup her birini dinleyince, hak veriyorum her birinin kendiliğine, hepsi bana ait bir parça. Her zaman tek düze olmak mümkün görünmüyor bana, insanız çünkü, bir sürü değişkene hem maruz kalıyor hem de o değişkenleri içeriyoruz tüm bağlamlarda.   Yunus Emre’de demiş ya zamanında“ Bir ben vardır bende benden içeri”. İnsanın kaotik yapısını anlamaya önce kendini tanımakla başlayan Yunus, içindeki öteki benlere atıfta bulunuyor. Yunus Emre’nin insanı merkeze aldığı ancak başka insanlardan bahsetmek yerine kendisini eleştirdiği, kendisine öğütler verdiği, kendi aczinin farkında olduğu bir söylem bu adeta. Bu felsefesini “bir ben vardır bende benden içeri” deyişi ile özetleyen Yunus, insanın yeryüzünde Tanrı’nın bir parçası olarak var olduğunu ifade ediyor. Bu söyleme kalbimi bırakıyorum bende, az kelimeyle  ne çok şey anlatmış diyorum.    Sonra Barış Manço’nun şarkısı geliyor aklıma “Bir ben var ki benim içimde: Benden öte benden ziyade Bir sen var ki senin içinde: Senden öte senden ziyade” o da Tanrı ve inanç olgusuna vurgu yapmış. Benzer bağlamlarda tasavvufi bir bakış açısı sergilemişler bence her ikisi de.  Ben de onların penceresinden bakmakla birlikte, arttırıyorum diyebilirim aslında bu yazımda benlik kavramlarına bakış açımı.  Hepimizin yaşam içerisinde farklı personaları var, peki ne demek persona?   Persona, türkçe karşılığıyla maske, Jung tarafından ortaya atılan, bireyin günlük yaşamdaki ihtiyaçlarıyla ilişkili olan tavrı tanımlar. Jung'a göre, bilinç ile bilinçdışı arasında sürekli bir yer değiştirme söz konusudur ve aralarında belirgin bir ayrım yoktur. Ne düşüneceğimizi önceden tahmin edemeyiz ve bilinçli isteklerimizden bütünüyle farklı bir yönde beklemedik düşünceler oluşabilir. Ayrıca, bugün bilinçli olan şey, yarın unutulabilir veya bastırılabilir. Bir adamı çalıştığı iş yerinde gözlemleyen biri; onun güleryüzlü, ileri görüşlü, samimi biri olduğu sonucuna varabilir. Ama aynı adam, başka bir ortamda, örneğin evinde, işyerindekinin tam tersi bir halde olabilir. "Öyleyse hangisi asıl karakterdir, gerçek kişiliktir?" diye sorar Jung. "... Normal bir kişilikte bile, karakter bölünmesi imkânsız değildir."   Çocukluk dönemini ele alacak olursak; sağlıklı bir bebek çok doğaldır ve yapmacıklık taşımaz. Diğer kişilerin hislerine aldırış etmeden nasıl istiyorsa öyle kabul eder ve istemediklerini de reddeder. Büyüdükçe diğer insanların bilincine varır ve bir topluluğa kendini kabul ettirmek için nasıl rol yapacağını öğrenmeye başlar.   İşte tam olarak buralarda karışıyorum ben; büyüdükçe birçok rol üstlendik, her biri için ayrı davranış kalıpları benimsedik. Kabul görmek ve topluma uyum sağlamak sağlıklı bir benlik oluşumu için oldukça önemli çünkü. Şimdilerde kafamı karıştıran, ama ‘bu da kendim olmak’, ‘o da’ dediğim şeyler üstlendiğim rollerde farklı tepkiler gibi görünse de hepsi  benim/biziz aslında.    Sanırım en önemli nokta kendi huzurumuzu sağlayan iç sesimizi duyabiliyorsak ve her koşulda kendiliğimizi sergiliyor hatta ona sarılabilmek bana göre..  Sevdiklerimiz tarafından veya sevdiklerimiz için manipüle edilmiyorsak ve sahte bir benlik geliştirip bu toplumda var olabilmek için -mış gibi yapmıyorsak tabi.     Bazen bunu ayırt etmekte zorlanıyoruz, tam bu kısmında içimizdeki o Tanrısal sese bağlanmalıyız belki de, en azından ben öyle yaptığımı düşündüğümde rahatlıyorum. Hem tüm kendi olma hallerime saygı duyuyorum, hem de benden içeri olan benin istediği ya da yaptıkları bana hayata dair öğretilermiş gibi geliyor, hepsi benim bebeklerim.  Değişebilir, dönüşebilir, esnek ve rollerine uyum sağlayan kendi olma halimle hem bu toplumda farklı kimliklerde var olmayı seviyorum hem de otantikliğimi. Diliyorum ki hepimiz toplumda kabul görmeyi istediğimiz kadar içimizdeki benlere de sahip çıkıp otantikliğimizle var olabiliriz şu kısacık hayatta, sevgiler…  
Ekleme Tarihi: 23 Aralık 2024 - Pazartesi
Esra Sarıca

Hangi kendimiz olalım?

Yaşamın içinde birçok rolümüz olduğu gibi birçok benliğimiz de var. Her bir rolü üstlendiğimizde farklı benliklerimiz ortaya çıkıyor mesela evlat Esra ile öğretmen Esra arasında farklılıklar var. İnsanın özünden vazgeçmemesi ve kendiyle bağını koruması adına kendiniz olun, kendinizi dinleyin diyenlerden biriyim ben. Fakat son zamanlarda hangi kendimi dinleyeceğimi şaşırmış durumdayım. Tam bu karmaşanın içindeyken fark ediyorum rollerimin üzerime yüklediklerini, inançlarımın sorumluluklarını, toplumsal bakış açısının ağırlığını, bir yandan da içimdeki isyankar o küçük kızın direnişini. 

Sonra durup her birini dinleyince, hak veriyorum her birinin kendiliğine, hepsi bana ait bir parça. Her zaman tek düze olmak mümkün görünmüyor bana, insanız çünkü, bir sürü değişkene hem maruz kalıyor hem de o değişkenleri içeriyoruz tüm bağlamlarda.

 

Yunus Emre’de demiş ya zamanında“ Bir ben vardır bende benden içeri”.

İnsanın kaotik yapısını anlamaya önce kendini tanımakla başlayan Yunus, içindeki öteki benlere atıfta bulunuyor. Yunus Emre’nin insanı merkeze aldığı ancak başka insanlardan bahsetmek yerine kendisini eleştirdiği, kendisine öğütler verdiği, kendi aczinin farkında olduğu bir söylem bu adeta. Bu felsefesini “bir ben vardır bende benden içeri” deyişi ile özetleyen Yunus, insanın yeryüzünde Tanrı’nın bir parçası olarak var olduğunu ifade ediyor. Bu söyleme kalbimi bırakıyorum bende, az kelimeyle  ne çok şey anlatmış diyorum. 

 

Sonra Barış Manço’nun şarkısı geliyor aklıma “Bir ben var ki benim içimde: Benden öte benden ziyade

Bir sen var ki senin içinde: Senden öte senden ziyade” o da Tanrı ve inanç olgusuna vurgu yapmış. Benzer bağlamlarda tasavvufi bir bakış açısı sergilemişler bence her ikisi de. 

Ben de onların penceresinden bakmakla birlikte, arttırıyorum diyebilirim aslında bu yazımda benlik kavramlarına bakış açımı. 

Hepimizin yaşam içerisinde farklı personaları var, peki ne demek persona?

 

Persona, türkçe karşılığıyla maske, Jung tarafından ortaya atılan, bireyin günlük yaşamdaki ihtiyaçlarıyla ilişkili olan tavrı tanımlar.

Jung'a göre, bilinç ile bilinçdışı arasında sürekli bir yer değiştirme söz konusudur ve aralarında belirgin bir ayrım yoktur. Ne düşüneceğimizi önceden tahmin edemeyiz ve bilinçli isteklerimizden bütünüyle farklı bir yönde beklemedik düşünceler oluşabilir. Ayrıca, bugün bilinçli olan şey, yarın unutulabilir veya bastırılabilir. Bir adamı çalıştığı iş yerinde gözlemleyen biri; onun güleryüzlü, ileri görüşlü, samimi biri olduğu sonucuna varabilir. Ama aynı adam, başka bir ortamda, örneğin evinde, işyerindekinin tam tersi bir halde olabilir. "Öyleyse hangisi asıl karakterdir, gerçek kişiliktir?" diye sorar Jung. "... Normal bir kişilikte bile, karakter bölünmesi imkânsız değildir."

 

Çocukluk dönemini ele alacak olursak; sağlıklı bir bebek çok doğaldır ve yapmacıklık taşımaz. Diğer kişilerin hislerine aldırış etmeden nasıl istiyorsa öyle kabul eder ve istemediklerini de reddeder. Büyüdükçe diğer insanların bilincine varır ve bir topluluğa kendini kabul ettirmek için nasıl rol yapacağını öğrenmeye başlar.

 

İşte tam olarak buralarda karışıyorum ben; büyüdükçe birçok rol üstlendik, her biri için ayrı davranış kalıpları benimsedik. Kabul görmek ve topluma uyum sağlamak sağlıklı bir benlik oluşumu için oldukça önemli çünkü. Şimdilerde kafamı karıştıran, ama ‘bu da kendim olmak’, ‘o da’ dediğim şeyler üstlendiğim rollerde farklı tepkiler gibi görünse de hepsi  benim/biziz aslında. 

 

Sanırım en önemli nokta kendi huzurumuzu sağlayan iç sesimizi duyabiliyorsak ve her koşulda kendiliğimizi sergiliyor hatta ona sarılabilmek bana göre.. 

Sevdiklerimiz tarafından veya sevdiklerimiz için manipüle edilmiyorsak ve sahte bir benlik geliştirip bu toplumda var olabilmek için -mış gibi yapmıyorsak tabi.  

 

Bazen bunu ayırt etmekte zorlanıyoruz, tam bu kısmında içimizdeki o Tanrısal sese bağlanmalıyız belki de, en azından ben öyle yaptığımı düşündüğümde rahatlıyorum.

Hem tüm kendi olma hallerime saygı duyuyorum, hem de benden içeri olan benin istediği ya da yaptıkları bana hayata dair öğretilermiş gibi geliyor, hepsi benim bebeklerim. 

Değişebilir, dönüşebilir, esnek ve rollerine uyum sağlayan kendi olma halimle hem bu toplumda farklı kimliklerde var olmayı seviyorum hem de otantikliğimi.

Diliyorum ki hepimiz toplumda kabul görmeyi istediğimiz kadar içimizdeki benlere de sahip çıkıp otantikliğimizle var olabiliriz şu kısacık hayatta, sevgiler…

 

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (1)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve okurmedya.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Eşber Oktay
(23.12.2024 12:12 - #408)
Okuyunca içimden “Kendime gösterdiğim kabul kadar, toplumda da kabul görmeyi isterdim” demek geldi. Eline sağlık
Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve okurmedya.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
(0) (0)
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.