Berna Deveci
Köşe Yazarı
Berna Deveci
 

İsa’nın Gözü Ne Renk?

Yüksek bir dağın zirvesini düşünün. Bulutları bile delip geçen haşmetli bir zirveyi. Küçücük bir kartopunun o haşmetli zirveden aşağı doğru yuvarlandığını, yuvarlanırken başlangıçta tatlı ve masum kartopunun nasıl da aşağı doğru yuvarlandıkça büyüyüp kocaman tehlikeli bir kar yumağı haline geldiğini düşünün şimdi de... Tıpkı bir zirveden küçük bir kartopunun yuvarlanışı gibi Dünyamız da hızla yer altı ve üstü kaynaklarını hunharca tüketmemizden dolayı yok olma yolunda hızlıca ilerliyor. Göller, ırmaklar kuruyor. Yanlış ekim dikimler yüzünden kocaman obruklar meydana geliyor. Ama bunlardan çok daha hızlı Dünyanın sonunu getirecek bir şey biliyorum ben! Geçmişteki tarihsel arka planı nedeniyle etkisi devam eden bölgesel anlaşmazlıklar, etnik ve dini sebepler nedeniyle bir türlü çözüme kavuşamayan sınır kavgaları… Bugün Filistin özelinde din ve etnik çatışmaların insanların yaşamlarında nelere mal olduğuna; hiçbir yere varamayacak bu savaşların bir an önce-ivedilikle sona ermesi gerektiğine; ayrıntılarda boğulduğumuz için esas olanı göremediğimiz çok önemli bir noktaya dikkatinizi çekmek istiyorum: Dört büyük semavi dinin doğduğu coğrafya aynıdır. Hz. İsa ile Hz. Musa akrabadır. Peygamberler aynı bölgede yaşayan akraba kabilelerin mensubudur. Hz. İsa yaşadığı süre içerisinde hiçbir zaman Avrupa’ya gitmemiştir. Böyle söyleyince size de tuhaf geldi değil mi? Hz. İsa’nın Avrupa’ya gitmesi de ne demek şimdi diyeceksiniz. Anlatayım: Hz. İsa’ya inananlar Mezopotamya’dan, Kudüs’ten göç ettikçe Hristiyanlık batıya doğru kaydı. Oradaki halkları etkiledi. Büyük Roma İmparatorluğu böylece Hz. İsa’yı bir dinin elçisi ve Hristiyanlığı da din olarak resmileştirdi. Böylece İsa’nın gözü maviye saçları sarıya dönmüştür. Bu olay ilk olarak sanat tarihçilerinin dikkatini çekmiştir. Doğuda resmedilen İsa portrelerinde İsa kara kaşlı esmer iken batıya Avrupa’ya doğru gittikçe İsa çizimlerinin renk değiştirdiği görülür. Bu halkların inandıkları kişileri kendilerine benzetme eğilimlerinden kaynaklanmaktadır. İşte biz bugün Ortadoğu’da Müslüman-Yahudi çatışmalarına odaklandığımızda aklımızdan çıkarmamamız gereken ana fikirden uzaklaşıyoruz. ‘’Kudüs üç semavi dinin de ortak noktasıdır. Semavi dinleri ağacın dalları olarak düşünürsek Kudüs o ağacın kendisidir.’’ Bunu göremeyen iktidar sahipleri; ‘’Kudüs en çok benim himayemde kaldı. O halde ben hak ediyorum. Hayır efendim başlangıçta ben vardım. O halde benim olmalı’’ gibi asla sonu gelmeyecek ve bütün tarafların kendini haklı bulduğu kısır bir tartışma içine düşüyorlar. Bırakın Kudüs herkesin olsun. Bu konuda dünkü yazımda yer verdiğim gibi yine Patricia’nın bana anlattıklarını sizlere iletmek istiyorum. Onun çok güzel bir tanımı var. Diyor ki, ben esmer, kara kaşlı kara gözlü bir Arapım. Ama Hristiyanım da. O yüzden bugün vatandaşı olduğum İngiltere’de tuhaf karşılanıyorum. Çünkü Arapların Müslüman olması gerektiğini düşünen bir olgu var insanlarda. Ben de onlara şaşırarak bakıyorum. Sırf bu yüzden yıllar önce Lübnandan, Filistin’den göçmek zorunda kaldık. Ortadoğuda da Arapların Hristiyan olamayacağı gibi bir algı yaygınlaşıyor. İşte tam da bu yüzden ben kendimi hiçbir yere ait hissedemiyorum. İngiltere’de Arap ve orijinim Filistin olduğu için terörist, Ortadoğu da ise Hristiyan olduğum için öteki olarak yaftalanıyorum. Peki ben kimim? Nereye aitim? Bana bu konuda hissettiklerini kaleme aldığı üç yazısını gönderdi. Kendisinin izni ile onun yazılarından ilk ikisinin özetini sizin için alıntıladım: ‘’ Ben diasporadan gelen gururlu bir Filistinli Hristiyanım. Evet, ben Arap ve Hıristiyanım.  Bunu söylediğimde çoğu insanın şaşkın bakışlarına her zaman hayret ediyorum. Böylece onlara İsa'nın nereden geldiğini ve Hıristiyanlığın nereden kaynaklandığını hatırlatıyorum. Babamın büyükbabası 1921'de İngiltere'ye giden ilk Filistin heyetinin bir üyesiydi. 6 erkek delegasyondan ikisi Hıristiyan Filistinliydi. Bu, Arapların Filistin'deki Siyonist politikalarının sonuçlarına ilişkin korkularını açıklamak için 1920-1930 yıllar arasında Londra ve Vatikan'a gönderilen 4 Filistinli delegasyonun ilkiydi. 2 kuşak sonra mücadelemiz hala devam ediyor... İşte size bazı istatistikler: Bethlehem Üniversitesi, dünya çapındaki Filistin nüfusunun % 6'sının Hıristiyan olduğunu ve %56'sının Filistin bölgesi dışında yaşadığını tahmin ediyor. 2015 yılı itibarıyla Filistinli Hıristiyanlar Batı Şeria nüfusunun yaklaşık %1-2,5'unu, Gazze Şeridi'nde ise %1'den azını oluşturmaktadır. Resmi İngiliz Zorunlu tahminlerine göre, Filistin'in Hıristiyan nüfusu 1922'de Filistinli Arap nüfusunun %10,8'ini, 1946'da ise %7,9'unu oluşturuyordu. Ekim ayında, İsrail'in hava saldırısında Gazze'deki bir kilise yerleşkesine sığınan yerinden edilmiş insanlar ölmüş ve yaralanmıştı. Kilise 1150 yılında inşa edilmiştir. Bu sadece bir savaş suçu değil, aynı zamanda Hıristiyanların varlığının silinmesine yol açacak şekilde can kaybına yol açmıştır. 2007'de kayıtlı 3.000 Hıristiyandan yalnızca 800 ila 1.000'inin hâlâ Gazze'de yaşadığına inanılıyor. Gazze, geçmişi birinci yüzyıla kadar uzanan dünyanın en eski Hıristiyan topluluğunu oluşturuyor. Bu topluluk yok olma tehlikesiyle karşı karşıyadır ve bu nesil içinde Hıristiyanlığın Gazze'de sona ereceği tahmin edilmektedir. Gazze'deki Hıristiyanlar, hayatta kalma mücadeleleri ve özgürlük hayallerindeki inançları birleştiren bir dayanışma ruhunun kanıtıdır. Hıristiyanlar ayrıca İsa'nın doğum yeri olarak saygı duyulan Beytüllahim'deki İsa'nın Doğuşu Kilisesi gibi kutsal yerleri de ziyaret edemediler. Batı Şeria'da hem Hıristiyan hem de Müslüman toplulukların aile üyeleriyle bağlantısı kopmuş durumda. Bugün Hamas'ın İsrail'e yönelik 7 Ekim saldırısının üzerinden neredeyse bir yıl geçti. Sözde 'Hıristiyan' Batı, Hamas'ı yaptıklarından dolayı hâlâ kınamakla meşgulken, Siyonist İsrail devletinin güzel halkıma ve topraklarıma uyguladığı tüm zulümlere göz yumuyor. Şimdi canavar benim sevgili Lübnan'ımda da serbest bırakıldı ve 'meşru müdafaa' adına ayrım gözetmeksizin öldürüyor. Bir Hıristiyan olmama rağmen, halkımın aşınmasına neden olan Batı Hıristiyanlığına yabancılaştığımı hissediyorum. Bu vahşet sadece savaş suçu ve soykırım niteliğinde, vahşi ve ayrım gözetmeyen bir olay değil, aynı zamanda Filistin topraklarındaki varlığımızın silinmesine yol açabilecek şekilde Hıristiyanların hayatlarının kaybedilmesiyle de sonuçlanmıştır. Bu nesil içerisinde Gazze'de Hıristiyanlığın ortadan kalkacağı tahmin edilmektedir.’’   Size iki gündür Filistin’de yaşananları Hristiyan bir Arabın gözünden anlatma sebebim işte tam da yukarıda yazılanlardır. Etnik ya da dini çerçeveler ile inşaa edilmeye çalışılan tüm devletler yıkılmaya, aşınmaya mahkumdur. Devletler geçmişte de olduğu gibi ancak ve ancak radikal olmayan milliyetçi, ulusal bir felsefe etrafında halkları birleştirebilirler. Atatürk tam da bunu yapmıştır. O yüzden Ne Mutlu Türküm diyene. Atatürk bu cümleyi söylerken ne dünyadaki bütün Türkler ile birleşmeyi ne de Anadolu’da yaşayan etnik kimlikli Osmanlı tebasını katı milliyetçi bir Türk yapmayı düşünmüştü. Onun demek istediği bu topraklar üzerinde yaşayan ve Anadolu’yu vatan kabul eden herkesin Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmaktan memnun olacağı idi. O yüzden yaşasın cumhuriyet. O yüzden YURTTA SULH CİHANDA SULH.   Yarın Patricia’nın kendisini sorguladığı duygusal yazısından alıntıladığım son bölümle yine birlikte olmak dileğiyle, sağlıcakla kalın.    
Ekleme Tarihi: 03 Ekim 2024 - Perşembe
Berna Deveci

İsa’nın Gözü Ne Renk?

Yüksek bir dağın zirvesini düşünün. Bulutları bile delip geçen haşmetli bir zirveyi. Küçücük bir kartopunun o haşmetli zirveden aşağı doğru yuvarlandığını, yuvarlanırken başlangıçta tatlı ve masum kartopunun nasıl da aşağı doğru yuvarlandıkça büyüyüp kocaman tehlikeli bir kar yumağı haline geldiğini düşünün şimdi de...

Tıpkı bir zirveden küçük bir kartopunun yuvarlanışı gibi Dünyamız da hızla yer altı ve üstü kaynaklarını hunharca tüketmemizden dolayı yok olma yolunda hızlıca ilerliyor. Göller, ırmaklar kuruyor. Yanlış ekim dikimler yüzünden kocaman obruklar meydana geliyor. Ama bunlardan çok daha hızlı Dünyanın sonunu getirecek bir şey biliyorum ben! Geçmişteki tarihsel arka planı nedeniyle etkisi devam eden bölgesel anlaşmazlıklar, etnik ve dini sebepler nedeniyle bir türlü çözüme kavuşamayan sınır kavgaları…

Bugün Filistin özelinde din ve etnik çatışmaların insanların yaşamlarında nelere mal olduğuna; hiçbir yere varamayacak bu savaşların bir an önce-ivedilikle sona ermesi gerektiğine; ayrıntılarda boğulduğumuz için esas olanı göremediğimiz çok önemli bir noktaya dikkatinizi çekmek istiyorum: Dört büyük semavi dinin doğduğu coğrafya aynıdır. Hz. İsa ile Hz. Musa akrabadır. Peygamberler aynı bölgede yaşayan akraba kabilelerin mensubudur. Hz. İsa yaşadığı süre içerisinde hiçbir zaman Avrupa’ya gitmemiştir.

Böyle söyleyince size de tuhaf geldi değil mi? Hz. İsa’nın Avrupa’ya gitmesi de ne demek şimdi diyeceksiniz. Anlatayım: Hz. İsa’ya inananlar Mezopotamya’dan, Kudüs’ten göç ettikçe Hristiyanlık batıya doğru kaydı. Oradaki halkları etkiledi. Büyük Roma İmparatorluğu böylece Hz. İsa’yı bir dinin elçisi ve Hristiyanlığı da din olarak resmileştirdi. Böylece İsa’nın gözü maviye saçları sarıya dönmüştür. Bu olay ilk olarak sanat tarihçilerinin dikkatini çekmiştir. Doğuda resmedilen İsa portrelerinde İsa kara kaşlı esmer iken batıya Avrupa’ya doğru gittikçe İsa çizimlerinin renk değiştirdiği görülür. Bu halkların inandıkları kişileri kendilerine benzetme eğilimlerinden kaynaklanmaktadır.

İşte biz bugün Ortadoğu’da Müslüman-Yahudi çatışmalarına odaklandığımızda aklımızdan çıkarmamamız gereken ana fikirden uzaklaşıyoruz. ‘’Kudüs üç semavi dinin de ortak noktasıdır. Semavi dinleri ağacın dalları olarak düşünürsek Kudüs o ağacın kendisidir.’’ Bunu göremeyen iktidar sahipleri; ‘’Kudüs en çok benim himayemde kaldı. O halde ben hak ediyorum. Hayır efendim başlangıçta ben vardım. O halde benim olmalı’’ gibi asla sonu gelmeyecek ve bütün tarafların kendini haklı bulduğu kısır bir tartışma içine düşüyorlar. Bırakın Kudüs herkesin olsun.

Bu konuda dünkü yazımda yer verdiğim gibi yine Patricia’nın bana anlattıklarını sizlere iletmek istiyorum. Onun çok güzel bir tanımı var. Diyor ki, ben esmer, kara kaşlı kara gözlü bir Arapım. Ama Hristiyanım da. O yüzden bugün vatandaşı olduğum İngiltere’de tuhaf karşılanıyorum. Çünkü Arapların Müslüman olması gerektiğini düşünen bir olgu var insanlarda. Ben de onlara şaşırarak bakıyorum. Sırf bu yüzden yıllar önce Lübnandan, Filistin’den göçmek zorunda kaldık. Ortadoğuda da Arapların Hristiyan olamayacağı gibi bir algı yaygınlaşıyor. İşte tam da bu yüzden ben kendimi hiçbir yere ait hissedemiyorum. İngiltere’de Arap ve orijinim Filistin olduğu için terörist, Ortadoğu da ise Hristiyan olduğum için öteki olarak yaftalanıyorum. Peki ben kimim? Nereye aitim?

Bana bu konuda hissettiklerini kaleme aldığı üç yazısını gönderdi. Kendisinin izni ile onun yazılarından ilk ikisinin özetini sizin için alıntıladım:

Ben diasporadan gelen gururlu bir Filistinli Hristiyanım. Evet, ben Arap ve Hıristiyanım.  Bunu söylediğimde çoğu insanın şaşkın bakışlarına her zaman hayret ediyorum. Böylece onlara İsa'nın nereden geldiğini ve Hıristiyanlığın nereden kaynaklandığını hatırlatıyorum.

Babamın büyükbabası 1921'de İngiltere'ye giden ilk Filistin heyetinin bir üyesiydi. 6 erkek delegasyondan ikisi Hıristiyan Filistinliydi. Bu, Arapların Filistin'deki Siyonist politikalarının sonuçlarına ilişkin korkularını açıklamak için 1920-1930 yıllar arasında Londra ve Vatikan'a gönderilen 4 Filistinli delegasyonun ilkiydi. 2 kuşak sonra mücadelemiz hala devam ediyor...

İşte size bazı istatistikler:

  • Bethlehem Üniversitesi, dünya çapındaki Filistin nüfusunun % 6'sının Hıristiyan olduğunu ve %56'sının Filistin bölgesi dışında yaşadığını tahmin ediyor.
  • 2015 yılı itibarıyla Filistinli Hıristiyanlar Batı Şeria nüfusunun yaklaşık %1-2,5'unu, Gazze Şeridi'nde ise %1'den azını oluşturmaktadır. Resmi İngiliz Zorunlu tahminlerine göre, Filistin'in Hıristiyan nüfusu 1922'de Filistinli Arap nüfusunun %10,8'ini, 1946'da ise %7,9'unu oluşturuyordu.

Ekim ayında, İsrail'in hava saldırısında Gazze'deki bir kilise yerleşkesine sığınan yerinden edilmiş insanlar ölmüş ve yaralanmıştı. Kilise 1150 yılında inşa edilmiştir. Bu sadece bir savaş suçu değil, aynı zamanda Hıristiyanların varlığının silinmesine yol açacak şekilde can kaybına yol açmıştır. 2007'de kayıtlı 3.000 Hıristiyandan yalnızca 800 ila 1.000'inin hâlâ Gazze'de yaşadığına inanılıyor. Gazze, geçmişi birinci yüzyıla kadar uzanan dünyanın en eski Hıristiyan topluluğunu oluşturuyor. Bu topluluk yok olma tehlikesiyle karşı karşıyadır ve bu nesil içinde Hıristiyanlığın Gazze'de sona ereceği tahmin edilmektedir. Gazze'deki Hıristiyanlar, hayatta kalma mücadeleleri ve özgürlük hayallerindeki inançları birleştiren bir dayanışma ruhunun kanıtıdır. Hıristiyanlar ayrıca İsa'nın doğum yeri olarak saygı duyulan Beytüllahim'deki İsa'nın Doğuşu Kilisesi gibi kutsal yerleri de ziyaret edemediler. Batı Şeria'da hem Hıristiyan hem de Müslüman toplulukların aile üyeleriyle bağlantısı kopmuş durumda. Bugün Hamas'ın İsrail'e yönelik 7 Ekim saldırısının üzerinden neredeyse bir yıl geçti. Sözde 'Hıristiyan' Batı, Hamas'ı yaptıklarından dolayı hâlâ kınamakla meşgulken, Siyonist İsrail devletinin güzel halkıma ve topraklarıma uyguladığı tüm zulümlere göz yumuyor. Şimdi canavar benim sevgili Lübnan'ımda da serbest bırakıldı ve 'meşru müdafaa' adına ayrım gözetmeksizin öldürüyor. Bir Hıristiyan olmama rağmen, halkımın aşınmasına neden olan Batı Hıristiyanlığına yabancılaştığımı hissediyorum.

Bu vahşet sadece savaş suçu ve soykırım niteliğinde, vahşi ve ayrım gözetmeyen bir olay değil, aynı zamanda Filistin topraklarındaki varlığımızın silinmesine yol açabilecek şekilde Hıristiyanların hayatlarının kaybedilmesiyle de sonuçlanmıştır. Bu nesil içerisinde Gazze'de Hıristiyanlığın ortadan kalkacağı tahmin edilmektedir.’’

 

Size iki gündür Filistin’de yaşananları Hristiyan bir Arabın gözünden anlatma sebebim işte tam da yukarıda yazılanlardır. Etnik ya da dini çerçeveler ile inşaa edilmeye çalışılan tüm devletler yıkılmaya, aşınmaya mahkumdur. Devletler geçmişte de olduğu gibi ancak ve ancak radikal olmayan milliyetçi, ulusal bir felsefe etrafında halkları birleştirebilirler. Atatürk tam da bunu yapmıştır. O yüzden Ne Mutlu Türküm diyene. Atatürk bu cümleyi söylerken ne dünyadaki bütün Türkler ile birleşmeyi ne de Anadolu’da yaşayan etnik kimlikli Osmanlı tebasını katı milliyetçi bir Türk yapmayı düşünmüştü. Onun demek istediği bu topraklar üzerinde yaşayan ve Anadolu’yu vatan kabul eden herkesin Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmaktan memnun olacağı idi.

O yüzden yaşasın cumhuriyet. O yüzden YURTTA SULH CİHANDA SULH.

 

Yarın Patricia’nın kendisini sorguladığı duygusal yazısından alıntıladığım son bölümle yine birlikte olmak dileğiyle, sağlıcakla kalın.

 

 

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (2)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve okurmedya.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Perihan
(04.10.2024 20:06 - #331)
Çok güzel ve aydınlatıcı bir yazı olmuş tebrikler
Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve okurmedya.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
(0) (0)
Perihan
(04.10.2024 20:06 - #332)
Çok güzel ve aydınlatıcı bir yazı olmuş tebrikler
Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve okurmedya.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
(0) (0)
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.