Berna Deveci
Köşe Yazarı
Berna Deveci
 

İhtiraslar

‘’Benim ihtiraslarım var, hem de pek büyükleri; fakat bu ihtiraslar, yüksek mevkiler işgal etmek veya büyük paralar elde etmek gibi maddi emellerin tatminiyle ilgili değil. Ben bu ihtirasların gerçekleşmesini vatanıma büyük faydaları dokunacak, bana da liyakatle yapılmış bir vazifenin canlı iç rahatlığını verecek büyük bir fikrin başarısında arıyorum. Bütün hayatımın prensibi bu olmuştur. Ona çok genç yaşımda sahip oldum ve son nefesime kadar da onu muhafaza etmekten geri kalmayacağım.’’ (1) (age. S:275-290) diyordu Mustafa Kemal Madamme Corinne’e 12 Ocak 1914 tarihinde yazdığı mektubunda…   Mustafa Kemal’i Mustafa Kemal yapan hiç şüphesiz savaş meydanlarında verdiği mücadele, farklı grupları bir çatı altında toplayabilme yetisine sahip, çok yönlü karizmatik bir lider oluşudur. Bu özellikleri dışında onun içsel-düşünsel yolculuğunda ulaştığı bir mertebe daha var ki işte o ikinci Mustafa Kemal’in yeterince tanınmadığını düşünenlerdenim. Büyük Taarruz’un yıldönümünde Madamme Corinne’e yazdığı mektuptan alıntı yapmamın sebebi tam da budur. 102 Yıl önce bugün, bu topraklarda sabaha karşı amansız son bir mücadele başlamıştı. Bu mücadelenin sahnenin önünden görünen sebepleri; hür ve bağımsız yaşamak, vatan uğruna mücadele etmek, düşman askerlerini hür yaşamak istenilen topraklarından kovmak olarak görünse de perdenin ardındaki Mustafa Kemal, saf ve temiz bir milleti kokuşmuş bürokratik zihniyet, adam kayırmacı siyaset ve biat kültüründen kurtararak özgürlüğüne kavuşturma mücadelesi vermekteydi.   Bu hiç kolaya değildi. Çıkışları olduğu kadar inişleri de olmuştu defalarca. Nihayetinde o da etten kemikten bir insandı. Hayal kırıklıkları, düşleri, halkı için büyük ama çok büyük projeleri vardı. Hayatının çeşitli dönemlerinde dostlarına, asker arkadaşlarına, ailesine yazdığı mektuplar incelenirse; onun düşlerini, halkın içinde bulunduğu durumdan dolayı ne derece derin bir üzüntü içinde bulunduğunu, yaşam felsefesini, kısacası zihninden geçirdiklerine mektuplarının satır aralarında rastlayacaksınız. 1914 yılının Ocak ayında kaleme aldığı bu mektup ilk bakışta sıradan bir günde yazılmış bir mektup olarak algılansa da büyük resme bakıldığında; vatansever bir Osmanlı subayı olan Mustafa Kemal’in Balkanlar’da başlayan çözülme, Avrupa’da gelmekte olan dünya savaşının ayak seslerini sezmenin verdiği rahatsızlık, mücadeleci kimliğine tamamen zıt ağır bürokrasi ve hiçbir işi halledemeyen saray yetkililerine duyduğu tahammülsüzlük olduğu anlaşılıyor. Bugün pek ala biliyoruz ki yeni bir yaşam biçimi, yeni bir yönetim biçimi, halkın sil baştan yeniden yapılandırılması ve çağdaş dünyaya entegre edilme planlarından başka bir şey değildi ihtiraslarım dedikleri… Savaş geçici bir başarıydı. Önemli olan sonrasında yapılacak inkılaplardı. Bu inkılapların en değerli ve zarurisi kadın-erkek eşitliğine dayalı eşit yurttaş hakkı ve kadınlara siyasette, sosyal hayatta ve iş yaşamında erkekler ile eşit statü tanınmasıydı. Kadınlar! Önce kadınlar Atatürk’ü anladı. Belki de ilk onlar sezdi onun ihtiraslarını. Çünkü kadınların kendi zaviyelerinden bakıldığında verdikleri mücadele de hiç kolay değildi. Ayaklarında görünmez bir pranga vardı. Sırtlarında kambur. Yüzyıllardır üzerlerine çökmüş gelenekler, din baskısı, ataerkil toplumun kadına uyguladığı maddi-manevi şiddet ortadaydı. Günümüzde de durum pek değişti sayılmaz. Büyük Taarruz’un üzerinden 102 yıl, cumhuriyetin ilanının üzerinden ise 100 yıl geçmiş olmasına rağmen kadınların maddi-manevi şiddetten kurtulmak için hala çelik gibi iradeleri olması gerekiyor. Bu nedenle de eğitim düzeyleri arttıkça kadınların Atatürk ve devrimlerine olan hayranlığı erkeklerden çok daha fazladır. Çünkü görüyorlar kadınlar dünyanın hiçbir yerindeki hiçbir lider kadınlara istemeden haklarını kolayca vermemiştir. Bazen acaba Türk Kadını da haklarını söke söke mi alsaydı diye düşünmüyor değilim! Çünkü verilen haklar geriye alındığında sesler pek cılız çıkıyor. Gün geçmiyor ki gazetelerin üçüncü sayfalarında ya da televizyonlardaki sığ kadın programlarında kocası, bir yakını tarafından tacize uğrayan, çocuk yaşta gelin edilen, asla okusun bir meslek sahibi olsun istenmeyen kadınların hayat hikayeleri ile karşılaşmayalım! Siyaset de kendi içinde pek gülünç bir durumda. Kadınlara iyi bir şey yaptıklarını sanan parti yönetimleri; kadın kolları adı altında cinsiyetçi bir yapılanma içinde güya kadınlara destek olmaya, seslerini duyurmaya gayret ediyorlar. Niyetleri başlangıçta gerçekten iyiydi. Günümüzde geldiğimiz noktada ise durum pek iç açıcı değil. Araştırmalar, 1980 sonrası değişen ülke koşulları ve modern şehirlerin gittikçe yaygınlaşması nedeniyle kadınlara 1934-1980 dönemine kadar gıdım gıdım verilen siyasette eşitlik ilkesinin 80 sonrasında büyük bir ivme kazandığı görülüyor. Bunda eğitimin büyük payı var. 80’lerden itibaren eğitimli, şehir hayatına alışmış, belli bir kültür kazanmış modern insan kırsala göre oransal artmıştır. Böylece 80’den itibaren siyasi partilerin, söylem, ideoloji ve yaşam tarzları da değişiklik gösterdi. Daha çok çalışma hayatından görülen kadınların etkisi yadsınamadı. İşte kadın kolları da böylece ortaya çıktı. Kadın, toplumun yarısını oluşturmaktadır. Kadınlara özgü yapılacak sosyal, ekonomik, siyasi adımlar partilerin birbirlerini geçmesinde etkilidir.(2) Bu durum ise ihtiraslı bir seçim aritmetiğini karşımıza çıkartmaktadır. Bu ihtiraslar Madamme Corinne’e Mustafa Kemal’in bahsettiği ihtirasları ile taban tabana zıt yöndedir. Günümüz siyasetçisinin ihtirasları genellikle; yüksek mevkiler işgal etmek veya büyük paralar elde etmek gibi maddi emellerin tatminiyle ilgilidir. Bu ihtirasların gerçekleşmesinde vatana büyük faydaları dokunacak, liyakatle yapılan faaliyetler bulunmamaktadır. Bu vazifelere gelen yetkililer içleri rahat, hizmet etmemenin verdiği huzur ile  lüks villalarda sayamadıkları kadar çok para ile mutlu mesut yaşamaktadırlar. Büyük fikirleri varmış gibi görünen güzide elitlerimizin tek başarıları bilmedikleri sorulara doğru oldukları teyit edilmiş, ezberledikleri cevapları işaretleyerek, almaya hak kazandıkları, adına  diploma denilen kağıt parçasını ahlaksızca ele geçirerek  önemli koltuklar kapmış olmaktan ibarettir. Bütün hayatlarını bu prensip üzerine kurarak genç yaşlarında önemli mevkilerdeki akrabaları sayesinde edindikleri sandalyelerini kaptırmamak için akla hayale gelmeyecek dolaplar çevirmektir. Her şeyden habersiz hayal dünyasında yaşayan modern, yenilikçi, Atatürk değerlerine bağlı yurdum seçmeni ise, vatan millet Sakarya üçlemesi ile desteklediği partisinin kah kadın kollarında kah ilçe yönetiminde, kah belediye meclisinde görev alarak gecesini gündüzüne katıyor. Özellikle kadın seçmenler, ev işlerini, mutfak, yemek, alışveriş, çocuk… bütün işlerini geçici dondurup sanki bir Büyük Taarruz’a hazırlanır gibi ellerine tutuşturulan parti broşürlerini o kapı senin bu kapı benim mahalle mahalle, cadde cadde gezerek yerel ve genel seçimlerde dağıtmaya devam ediyorlar. Sandıklara canla başla sahip çıkarak çocuklarının geleceklerini kurtardıklarını sanıyorlar. İhtiraslarını, umutlarını bir kenara bırakmış gün geçtikçe yoksullaşan bu guruplar, 1922’den itibaren Anadolu topraklarına güneş doğduğunu karanlıkların aydınlığa kavuştuğuna inanmaya devam ediyorlar. Halbuki savaş işlemeyen bürokrasi ile idi. Kayırmacı senin adamın benim adamım zihniyeti ile idi. Eş dost akrabayı ihya eden, birbirinin üzerine ahlaksızca basan kıyasıya yarıştırılan, eğitimli olduklarını iddia eden eğitimsiz kadınların cahil cesaret  kazandıkları kısa süreli zaferler ile idi. Ve maalesef hala devam ediyor.   Yararlanılan Kaynaklar: Çelebi M, (2017), Peyami Safa’nın Tercümesiyle Atatürk’ün Corinne Lütfi’ye Mektupları, Timurlu Tarihine Adanmış Bir Ömür: 75. Doğum Yılında Prof. Dr. İsmail Aka’ya Armağan. TKAE Yayını, Ankara 2017. Karagöz B. (2008), Türkiye’de 1980 Sonrası Kadın Hareketinin Siyasal Temelleri ve “İkinci Dalga” Uğrağı, Memleket/ Siyasal Yönetimi, 2008/7
Ekleme Tarihi: 26 Ağustos 2024 - Pazartesi
Berna Deveci

İhtiraslar

‘’Benim ihtiraslarım var, hem de pek büyükleri; fakat bu ihtiraslar, yüksek mevkiler işgal etmek veya büyük paralar elde etmek gibi maddi emellerin tatminiyle ilgili değil. Ben bu ihtirasların gerçekleşmesini vatanıma büyük faydaları dokunacak, bana da liyakatle yapılmış bir vazifenin canlı iç rahatlığını verecek büyük bir fikrin başarısında arıyorum. Bütün hayatımın prensibi bu olmuştur. Ona çok genç yaşımda sahip oldum ve son nefesime kadar da onu muhafaza etmekten geri kalmayacağım.’’ (1) (age. S:275-290) diyordu Mustafa Kemal Madamme Corinne’e 12 Ocak 1914 tarihinde yazdığı mektubunda…

 

Mustafa Kemal’i Mustafa Kemal yapan hiç şüphesiz savaş meydanlarında verdiği mücadele, farklı grupları bir çatı altında toplayabilme yetisine sahip, çok yönlü karizmatik bir lider oluşudur. Bu özellikleri dışında onun içsel-düşünsel yolculuğunda ulaştığı bir mertebe daha var ki işte o ikinci Mustafa Kemal’in yeterince tanınmadığını düşünenlerdenim.

Büyük Taarruz’un yıldönümünde Madamme Corinne’e yazdığı mektuptan alıntı yapmamın sebebi tam da budur. 102 Yıl önce bugün, bu topraklarda sabaha karşı amansız son bir mücadele başlamıştı. Bu mücadelenin sahnenin önünden görünen sebepleri; hür ve bağımsız yaşamak, vatan uğruna mücadele etmek, düşman askerlerini hür yaşamak istenilen topraklarından kovmak olarak görünse de perdenin ardındaki Mustafa Kemal, saf ve temiz bir milleti kokuşmuş bürokratik zihniyet, adam kayırmacı siyaset ve biat kültüründen kurtararak özgürlüğüne kavuşturma mücadelesi vermekteydi.

 

Bu hiç kolaya değildi. Çıkışları olduğu kadar inişleri de olmuştu defalarca. Nihayetinde o da etten kemikten bir insandı. Hayal kırıklıkları, düşleri, halkı için büyük ama çok büyük projeleri vardı. Hayatının çeşitli dönemlerinde dostlarına, asker arkadaşlarına, ailesine yazdığı mektuplar incelenirse; onun düşlerini, halkın içinde bulunduğu durumdan dolayı ne derece derin bir üzüntü içinde bulunduğunu, yaşam felsefesini, kısacası zihninden geçirdiklerine mektuplarının satır aralarında rastlayacaksınız.

1914 yılının Ocak ayında kaleme aldığı bu mektup ilk bakışta sıradan bir günde yazılmış bir mektup olarak algılansa da büyük resme bakıldığında; vatansever bir Osmanlı subayı olan Mustafa Kemal’in Balkanlar’da başlayan çözülme, Avrupa’da gelmekte olan dünya savaşının ayak seslerini sezmenin verdiği rahatsızlık, mücadeleci kimliğine tamamen zıt ağır bürokrasi ve hiçbir işi halledemeyen saray yetkililerine duyduğu tahammülsüzlük olduğu anlaşılıyor. Bugün pek ala biliyoruz ki yeni bir yaşam biçimi, yeni bir yönetim biçimi, halkın sil baştan yeniden yapılandırılması ve çağdaş dünyaya entegre edilme planlarından başka bir şey değildi ihtiraslarım dedikleri…

Savaş geçici bir başarıydı. Önemli olan sonrasında yapılacak inkılaplardı. Bu inkılapların en değerli ve zarurisi kadın-erkek eşitliğine dayalı eşit yurttaş hakkı ve kadınlara siyasette, sosyal hayatta ve iş yaşamında erkekler ile eşit statü tanınmasıydı. Kadınlar! Önce kadınlar Atatürk’ü anladı. Belki de ilk onlar sezdi onun ihtiraslarını. Çünkü kadınların kendi zaviyelerinden bakıldığında verdikleri mücadele de hiç kolay değildi. Ayaklarında görünmez bir pranga vardı. Sırtlarında kambur. Yüzyıllardır üzerlerine çökmüş gelenekler, din baskısı, ataerkil toplumun kadına uyguladığı maddi-manevi şiddet ortadaydı.

Günümüzde de durum pek değişti sayılmaz. Büyük Taarruz’un üzerinden 102 yıl, cumhuriyetin ilanının üzerinden ise 100 yıl geçmiş olmasına rağmen kadınların maddi-manevi şiddetten kurtulmak için hala çelik gibi iradeleri olması gerekiyor. Bu nedenle de eğitim düzeyleri arttıkça kadınların Atatürk ve devrimlerine olan hayranlığı erkeklerden çok daha fazladır. Çünkü görüyorlar kadınlar dünyanın hiçbir yerindeki hiçbir lider kadınlara istemeden haklarını kolayca vermemiştir.

Bazen acaba Türk Kadını da haklarını söke söke mi alsaydı diye düşünmüyor değilim! Çünkü verilen haklar geriye alındığında sesler pek cılız çıkıyor. Gün geçmiyor ki gazetelerin üçüncü sayfalarında ya da televizyonlardaki sığ kadın programlarında kocası, bir yakını tarafından tacize uğrayan, çocuk yaşta gelin edilen, asla okusun bir meslek sahibi olsun istenmeyen kadınların hayat hikayeleri ile karşılaşmayalım!

Siyaset de kendi içinde pek gülünç bir durumda. Kadınlara iyi bir şey yaptıklarını sanan parti yönetimleri; kadın kolları adı altında cinsiyetçi bir yapılanma içinde güya kadınlara destek olmaya, seslerini duyurmaya gayret ediyorlar. Niyetleri başlangıçta gerçekten iyiydi. Günümüzde geldiğimiz noktada ise durum pek iç açıcı değil.

Araştırmalar, 1980 sonrası değişen ülke koşulları ve modern şehirlerin gittikçe yaygınlaşması nedeniyle kadınlara 1934-1980 dönemine kadar gıdım gıdım verilen siyasette eşitlik ilkesinin 80 sonrasında büyük bir ivme kazandığı görülüyor. Bunda eğitimin büyük payı var. 80’lerden itibaren eğitimli, şehir hayatına alışmış, belli bir kültür kazanmış modern insan kırsala göre oransal artmıştır. Böylece 80’den itibaren siyasi partilerin, söylem, ideoloji ve yaşam tarzları da değişiklik gösterdi. Daha çok çalışma hayatından görülen kadınların etkisi yadsınamadı. İşte kadın kolları da böylece ortaya çıktı. Kadın, toplumun yarısını oluşturmaktadır. Kadınlara özgü yapılacak sosyal, ekonomik, siyasi adımlar partilerin birbirlerini geçmesinde etkilidir.(2)

Bu durum ise ihtiraslı bir seçim aritmetiğini karşımıza çıkartmaktadır. Bu ihtiraslar Madamme Corinne’e Mustafa Kemal’in bahsettiği ihtirasları ile taban tabana zıt yöndedir. Günümüz siyasetçisinin ihtirasları genellikle; yüksek mevkiler işgal etmek veya büyük paralar elde etmek gibi maddi emellerin tatminiyle ilgilidir. Bu ihtirasların gerçekleşmesinde vatana büyük faydaları dokunacak, liyakatle yapılan faaliyetler bulunmamaktadır. Bu vazifelere gelen yetkililer içleri rahat, hizmet etmemenin verdiği huzur ile  lüks villalarda sayamadıkları kadar çok para ile mutlu mesut yaşamaktadırlar. Büyük fikirleri varmış gibi görünen güzide elitlerimizin tek başarıları bilmedikleri sorulara doğru oldukları teyit edilmiş, ezberledikleri cevapları işaretleyerek, almaya hak kazandıkları, adına  diploma denilen kağıt parçasını ahlaksızca ele geçirerek  önemli koltuklar kapmış olmaktan ibarettir. Bütün hayatlarını bu prensip üzerine kurarak genç yaşlarında önemli mevkilerdeki akrabaları sayesinde edindikleri sandalyelerini kaptırmamak için akla hayale gelmeyecek dolaplar çevirmektir.

Her şeyden habersiz hayal dünyasında yaşayan modern, yenilikçi, Atatürk değerlerine bağlı yurdum seçmeni ise, vatan millet Sakarya üçlemesi ile desteklediği partisinin kah kadın kollarında kah ilçe yönetiminde, kah belediye meclisinde görev alarak gecesini gündüzüne katıyor. Özellikle kadın seçmenler, ev işlerini, mutfak, yemek, alışveriş, çocuk… bütün işlerini geçici dondurup sanki bir Büyük Taarruz’a hazırlanır gibi ellerine tutuşturulan parti broşürlerini o kapı senin bu kapı benim mahalle mahalle, cadde cadde gezerek yerel ve genel seçimlerde dağıtmaya devam ediyorlar. Sandıklara canla başla sahip çıkarak çocuklarının geleceklerini kurtardıklarını sanıyorlar. İhtiraslarını, umutlarını bir kenara bırakmış gün geçtikçe yoksullaşan bu guruplar, 1922’den itibaren Anadolu topraklarına güneş doğduğunu karanlıkların aydınlığa kavuştuğuna inanmaya devam ediyorlar.

Halbuki savaş işlemeyen bürokrasi ile idi. Kayırmacı senin adamın benim adamım zihniyeti ile idi. Eş dost akrabayı ihya eden, birbirinin üzerine ahlaksızca basan kıyasıya yarıştırılan, eğitimli olduklarını iddia eden eğitimsiz kadınların cahil cesaret  kazandıkları kısa süreli zaferler ile idi. Ve maalesef hala devam ediyor.

 

Yararlanılan Kaynaklar:

  1. Çelebi M, (2017), Peyami Safa’nın Tercümesiyle Atatürk’ün Corinne Lütfi’ye Mektupları, Timurlu Tarihine Adanmış Bir Ömür: 75. Doğum Yılında Prof. Dr. İsmail Aka’ya Armağan. TKAE Yayını, Ankara 2017.
  2. Karagöz B. (2008), Türkiye’de 1980 Sonrası Kadın Hareketinin Siyasal Temelleri ve “İkinci Dalga” Uğrağı, Memleket/ Siyasal Yönetimi, 2008/7
Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (2)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve okurmedya.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Suna Ülger
(26.08.2024 12:04 - #312)
Eline emeğine saglik
Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve okurmedya.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
(0) (0)
Suna Ülger
(26.08.2024 12:04 - #313)
Eline emeğine saglik
Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve okurmedya.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
(0) (0)
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.