Berna Deveci
Köşe Yazarı
Berna Deveci
 

Every day I’m chappuling

Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli ile dayatılmak istenen eğitim sistemi bugünün sorunu değildir. Bu, geçmişteki olaylara verilen tepkiler, bu tepkiler karşısında hükümetlerin kendi ideolojileri üzerinden verdikleri cevapların sonuçlarıdır. Sizlerle birlikte önceki yazılarımda kaynağını Türklerin tarihte ilk ortaya çıktıkları ve İslam dinini seçtikten sonra oluşturdukları eğitim sistemlerinde aradık. Bugün ise ilk bakışta ilgisi yokmuş gibi görünen 2013 yılında meydana gelen Gezi Parkı Olayları ve sonuçları üzerinden eğitimin getirildiği noktayı değerlendireceğiz. Bir gurup çevrecinin başlattığı olayları eğitime nasıl bağladın? Dediğinizi duyar gibiyim. Pek zor olmadı. Buyurun birlikte inceleyelim. Yıl 2013. Aylardan Mayıs’tı. Bir gurup çevreci İstanbul Taksim’de bulunan Gezi Parkı’nda toplanmıştı. Amaçları Kentsel Gelişim Planı adıyla gitgide betonlaşan İstanbul’da yeşil alanların yok edilmesine engel olmaktı. Söz konusu plana göre Gezi Parkı’nın bulunduğu alana bir alışveriş merkezi ve Osmanlı döneminde Topçu Kışlası olarak kullanılmış daha sonra yıkılmış bir bina yapılacaktı. 28 Mayıs 2013 günü çevreciler parkta oturma eylemi başlattı. Polis şiddet kullanarak olaylara müdahale etti. Polisin orantısız şiddet görüntüleri halkta hoşnutsuzluk yarattı. Türkiye'nin dört bir yanından çevrecilere destek geldi. İnsanlar bulundukları il ve ilçelerde Gezi Parkında yaşanan şiddeti protesto etti. Merkezi bir liderin bulunmadığı bu protestolar, 1968 olaylarına benzetiliyordu. Medya olayı küçümseyerek haberlerinde yer vermedi. Sansür uyguladı. Penguenler o dönem televizyonlarda meşhur oldu. İnsanlar seslerini ancak sosyal medya ve birkaç muhalif TV kanalı aracılığı ile duyurabildiler. Laik ideoloji ile çatıştığı açıkça görülen, basın ve demeçlerinde kendi ideolojisine benzemeyenleri ötekileştiren hükümetin başta Taksim parkının dönüştürülme projesi olmak üzere o dönem gündem olan uygulamalarının tamamı ülke çapında protesto edilmeye başlandı. Neydi bu uygulama ve demeçler: Başbakanın otoriter yönetimi, Suriye’de yaşanan savaş ve ülkeye kontrolsüz giren sığınmacılar, kürtaj üzerinden kadın bedenine müdahale, üniversite öğrencileri toplantılarının kızlı erkekli ifadesi ile ahlaksızlık boyutunda eleştirilmesi… Toplumun büyük tepkisine yol açan en dikkat çekeni ise alkol yasaklarıyla ilgili olanıdır. Eleştirilere,"İki tane ayyaşın yaptığı yasa muteber de dinin emrettiğinin neden reddedilmesi gerekiyor" cevabını veren Başbakan açıkça Türkiye Cumhuriyeti’nin iki kurucu liderini Atatürk ve İnönü’yü iğneleyici bir dil ile aşağılamıştı. Bu kabul edilebilir bir durum değildi. Bardağı taşıran son damla oldu. İşte Gezi Parkı, öncesinde gelişen bu olayların hepsinin bir dışa vurumudur. Polis müdahalesinden 3-4 gün geçmişti. 1 Haziran itibariyle Gezi Parkı içi ve çevresi binlerce protestocu ile dolmuş, çadırlar kurulmuş, kütüphane, sağlık merkezi, gıda dağıtımı ve protestocuların kendi medyalarını kurdukları bir kampa dönüşmüştü. Başbakan 2 Haziran'da protestocuları birkaç çapulcu olarak tanımladı. Toplum, yıllar içerisinde o kadar çok aşağılanmıştı ki Gezi Parkı ile eğitimli gençlerin izahı olmayan bu dili mizaha dönüştürmesi ilgi çekti. Ağzımıza takılan çapulum, çapulsun, çapuluz, every day I’m chapulling, zekice kurgulanmış barışçıl protestolarından sadece bir tanesidir. Hükümet olaylara engel olamıyor. Her verdiği demeç, basın açıklaması gençler tarafından şarkılar, türküler yada komik mizahi bir dil ile zekice eleştiriliyordu. İşte eğitimin revizyonu bu olaylar ile hızlandırılmış, dönüştürülmüştür. Dindar, kindar nesil söylemleri hafızalarımızda yer almaya başladı. Eğitimci olduklarını iddia eden çevreler; biz toplumda okumuş kesimden memnun değiliz cümleleriyle bizi hayal kırıklığına uğrattı. Eğitimsiz kesimin daha makbul olduğunu duydu bu kulaklar… Bugün karşımıza ÇEDES ve Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli gibi toplumda karşılığı olmayan eğitim sistemleri çıkmaktadır. Bu konuda uzmanların görüşlerine başvurarak sizleri etraflıca bilgilendirmek istedim. Öğrenci Veli Derneği (Velider) Antalya Şubesi Başkanı Sayın Tülin Koç bu konudaki sorularımı yanıtladı.                             ‘’ÇEDES projesi iktidarın eğitim sisteminin siyasal-ideolojik ihtiyaçları doğrultusunda biçimlendirme projesi olarak karşımıza çıkmaktadır. İmam hatip okullarını evrensel alternatif bir model olarak bütün insanlığın hizmetine sunmak ve tüm okulları imam hatipe dönüştürmek için “Çevreme Duyarlıyım, Değerlerime Sahip Çıkıyorum” (ÇEDES) projesi kapsamında okullarda ‘manevi danışman’ sıfatıyla imam ve vaiz görevlendirilmesi gibi politika ve uygulamalar bulunmaktadır. Eğitim alanında Millî Eğitim Bakanlığı ile Diyanet İşleri Başkanlığı, dini vakıf ve dernekler arasında çok sayıda iş birliği protokolü imzalandı. Geçtiğimiz yıllar içinde okullarda hayata geçirilen ortak projeler üzerinden eğitimi dinselleşme süreci hızlanırken, doğrudan laik eğitimi ve laik yaşam tarzını hedef alan uygulamalar adım adım hayata geçirildi. Millî Eğitim Bakanlığı’na bağlı ortaokullar ve imam hatip okulları, Gençlik ve Spor Bakanlığı’na bağlı il/ilçe spor müdürlükleri/Gençlik merkezleri ile Diyanet İşleri Başkanlığı’na bağlı Diyanet Gençlik Merkezleri iş birliğinde yürütülmekte olan “Çevreme Duyarlıyım, Değerlerime Sahip Çıkıyorum Projesi” (ÇEDES) kapsamında bir süredir ülke çapında toplantılar yapılıyor ve çeşitli kararlar alınıyor. Dini ve manevi değerleri merkeze alan ÇEDES Projesi, laik-bilimsel eğitim anlayışına ve pedagoji bilimine aykırı bir içerikte hazırlanmış ve uygulanmaya başladı. Proje “Öğrencilere milli, manevi, ahlaki, insani ve kültürel değerlerimizin benimsetilmesi amacıyla tüm lise, ortaokul, ilkokul ve anaokulları ile il merkezi ve ilçelerde bulunan tüm cami ve Kur’an kursları”nı kapsıyor. Projenin ülke çapında uygulaması için Milli Eğitim Müdürlükleri ve Diyanet İşleri Başkanlığı’na bağlı il müftülükleri aracılığıyla okullara ‘manevi danışman’ sıfatıyla pedagojik eğitimi bulunmayan vaiz, imam hatip, Kur’an kursu öğreticileri İzmir ve Eskişehir başta olmak üzere, çeşitli illerde görevlendirmeler yapılmaya başlandı. Antalya da da İl Müftülüğü, İl Milli Eğitim Müdürlüğü,Gençlik ve Spor İl Müdürlüğü arasında ‘’Değerler Eğitimi’’ protokolü imzalandı. ÇEDES ,Sana Emanet, Genç Gönüller, Çocuk Gönüllerle Buluşuyor gibi projelerle amaçlanan; Siyasal İslam İdeolojisinin iktidarını kalıcılaştırmaktır. Bu uygulamalar Hizbullah’ın siyasi uzantısı olarak görülen HÜDA PAR’ın parti programında da yer almaktadır.  Ayrıca konuyu hukuki boyutuyla ele alacak olursak; eğitim bir çocuğun en temel hakkıdır ve bu hakkın kullanılmasını sağlamak devletin asli görevidir. Devlet bu görevini MEB aracılığı ile yerine getirir ve bu görevini hiçbir kişi, kurum, kuruluş ve dini yapıya devredemez. Bu anlamda MEB, dini yapılarla protokoller imzalayarak görevini devretmektedir. Bu uygulama/uygulamalar ile, Cumhuriyetin kuruluş ilkesi olan ve Devletin niteliğinin tanımlandığı Anayasanın 2. Maddesinde ifadesini bulan laiklik ilkesi çiğnenmektedir. Eğitim sisteminde ve genel olarak toplumsal yaşamda iktidarın kendi dünya görüşüne ve yaşam tarzına uygun nesiller yetiştirme yönündeki uygulamaları tüm topluma yönelik fiili bir baskı ve dayatma haline gelmiş durumdadır. Bu konuda mesai saatlerinin okul ders planlarının Cuma namazı saatlerine göre düzenlenmek istenmesi, karma eğitim ilkesinin ihlal edilmesi ve benzeri girişimler, kısaca eğitim sisteminin dini kurallara göre biçimlendirilmek istenmesi kabul edilemez. Okullarımızın dini içerikli faaliyet ve etkinliklerin değil, laik ,bilimsel  ve kamusal eğitimin mekânları olmasını istiyoruz.’’ Tülin Hanım’a Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli ve bu konudaki görüşlerini de sordum. Yarın kaldığımız yerden devam etmek üzere şimdilik hoşçakalın. Berna Deveci  
Ekleme Tarihi: 07 Haziran 2024 - Cuma
Berna Deveci

Every day I’m chappuling

Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli ile dayatılmak istenen eğitim sistemi bugünün sorunu değildir. Bu, geçmişteki olaylara verilen tepkiler, bu tepkiler karşısında hükümetlerin kendi ideolojileri üzerinden verdikleri cevapların sonuçlarıdır. Sizlerle birlikte önceki yazılarımda kaynağını Türklerin tarihte ilk ortaya çıktıkları ve İslam dinini seçtikten sonra oluşturdukları eğitim sistemlerinde aradık. Bugün ise ilk bakışta ilgisi yokmuş gibi görünen 2013 yılında meydana gelen Gezi Parkı Olayları ve sonuçları üzerinden eğitimin getirildiği noktayı değerlendireceğiz. Bir gurup çevrecinin başlattığı olayları eğitime nasıl bağladın? Dediğinizi duyar gibiyim. Pek zor olmadı. Buyurun birlikte inceleyelim.

Yıl 2013. Aylardan Mayıs’tı. Bir gurup çevreci İstanbul Taksim’de bulunan Gezi Parkı’nda toplanmıştı. Amaçları Kentsel Gelişim Planı adıyla gitgide betonlaşan İstanbul’da yeşil alanların yok edilmesine engel olmaktı. Söz konusu plana göre Gezi Parkı’nın bulunduğu alana bir alışveriş merkezi ve Osmanlı döneminde Topçu Kışlası olarak kullanılmış daha sonra yıkılmış bir bina yapılacaktı. 28 Mayıs 2013 günü çevreciler parkta oturma eylemi başlattı. Polis şiddet kullanarak olaylara müdahale etti. Polisin orantısız şiddet görüntüleri halkta hoşnutsuzluk yarattı. Türkiye'nin dört bir yanından çevrecilere destek geldi. İnsanlar bulundukları il ve ilçelerde Gezi Parkında yaşanan şiddeti protesto etti. Merkezi bir liderin bulunmadığı bu protestolar, 1968 olaylarına benzetiliyordu. Medya olayı küçümseyerek haberlerinde yer vermedi. Sansür uyguladı. Penguenler o dönem televizyonlarda meşhur oldu. İnsanlar seslerini ancak sosyal medya ve birkaç muhalif TV kanalı aracılığı ile duyurabildiler. Laik ideoloji ile çatıştığı açıkça görülen, basın ve demeçlerinde kendi ideolojisine benzemeyenleri ötekileştiren hükümetin başta Taksim parkının dönüştürülme projesi olmak üzere o dönem gündem olan uygulamalarının tamamı ülke çapında protesto edilmeye başlandı.

Neydi bu uygulama ve demeçler: Başbakanın otoriter yönetimi, Suriye’de yaşanan savaş ve ülkeye kontrolsüz giren sığınmacılar, kürtaj üzerinden kadın bedenine müdahale, üniversite öğrencileri toplantılarının kızlı erkekli ifadesi ile ahlaksızlık boyutunda eleştirilmesi… Toplumun büyük tepkisine yol açan en dikkat çekeni ise alkol yasaklarıyla ilgili olanıdır. Eleştirilere,"İki tane ayyaşın yaptığı yasa muteber de dinin emrettiğinin neden reddedilmesi gerekiyor" cevabını veren Başbakan açıkça Türkiye Cumhuriyeti’nin iki kurucu liderini Atatürk ve İnönü’yü iğneleyici bir dil ile aşağılamıştı. Bu kabul edilebilir bir durum değildi. Bardağı taşıran son damla oldu. İşte Gezi Parkı, öncesinde gelişen bu olayların hepsinin bir dışa vurumudur.

Polis müdahalesinden 3-4 gün geçmişti. 1 Haziran itibariyle Gezi Parkı içi ve çevresi binlerce protestocu ile dolmuş, çadırlar kurulmuş, kütüphane, sağlık merkezi, gıda dağıtımı ve protestocuların kendi medyalarını kurdukları bir kampa dönüşmüştü. Başbakan 2 Haziran'da protestocuları birkaç çapulcu olarak tanımladı. Toplum, yıllar içerisinde o kadar çok aşağılanmıştı ki Gezi Parkı ile eğitimli gençlerin izahı olmayan bu dili mizaha dönüştürmesi ilgi çekti. Ağzımıza takılan çapulum, çapulsun, çapuluz, every day I’m chapulling, zekice kurgulanmış barışçıl protestolarından sadece bir tanesidir. Hükümet olaylara engel olamıyor. Her verdiği demeç, basın açıklaması gençler tarafından şarkılar, türküler yada komik mizahi bir dil ile zekice eleştiriliyordu. İşte eğitimin revizyonu bu olaylar ile hızlandırılmış, dönüştürülmüştür. Dindar, kindar nesil söylemleri hafızalarımızda yer almaya başladı. Eğitimci olduklarını iddia eden çevreler; biz toplumda okumuş kesimden memnun değiliz cümleleriyle bizi hayal kırıklığına uğrattı. Eğitimsiz kesimin daha makbul olduğunu duydu bu kulaklar…

Bugün karşımıza ÇEDES ve Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli gibi toplumda karşılığı olmayan eğitim sistemleri çıkmaktadır. Bu konuda uzmanların görüşlerine başvurarak sizleri etraflıca bilgilendirmek istedim. Öğrenci Veli Derneği (Velider) Antalya Şubesi Başkanı Sayın Tülin Koç bu konudaki sorularımı yanıtladı.

                         

 

‘’ÇEDES projesi iktidarın eğitim sisteminin siyasal-ideolojik ihtiyaçları doğrultusunda biçimlendirme projesi olarak karşımıza çıkmaktadır. İmam hatip okullarını evrensel alternatif bir model olarak bütün insanlığın hizmetine sunmak ve tüm okulları imam hatipe dönüştürmek için “Çevreme Duyarlıyım, Değerlerime Sahip Çıkıyorum” (ÇEDES) projesi kapsamında okullarda ‘manevi danışman’ sıfatıyla imam ve vaiz görevlendirilmesi gibi politika ve uygulamalar bulunmaktadır. Eğitim alanında Millî Eğitim Bakanlığı ile Diyanet İşleri Başkanlığı, dini vakıf ve dernekler arasında çok sayıda iş birliği protokolü imzalandı. Geçtiğimiz yıllar içinde okullarda hayata geçirilen ortak projeler üzerinden eğitimi dinselleşme süreci hızlanırken, doğrudan laik eğitimi ve laik yaşam tarzını hedef alan uygulamalar adım adım hayata geçirildi.

Millî Eğitim Bakanlığı’na bağlı ortaokullar ve imam hatip okulları, Gençlik ve Spor Bakanlığı’na bağlı il/ilçe spor müdürlükleri/Gençlik merkezleri ile Diyanet İşleri Başkanlığı’na bağlı Diyanet Gençlik Merkezleri iş birliğinde yürütülmekte olan “Çevreme Duyarlıyım, Değerlerime Sahip Çıkıyorum Projesi” (ÇEDES) kapsamında bir süredir ülke çapında toplantılar yapılıyor ve çeşitli kararlar alınıyor. Dini ve manevi değerleri merkeze alan ÇEDES Projesi, laik-bilimsel eğitim anlayışına ve pedagoji bilimine aykırı bir içerikte hazırlanmış ve uygulanmaya başladı. Proje “Öğrencilere milli, manevi, ahlaki, insani ve kültürel değerlerimizin benimsetilmesi amacıyla tüm lise, ortaokul, ilkokul ve anaokulları ile il merkezi ve ilçelerde bulunan tüm cami ve Kur’an kursları”nı kapsıyor. Projenin ülke çapında uygulaması için Milli Eğitim Müdürlükleri ve Diyanet İşleri Başkanlığı’na bağlı il müftülükleri aracılığıyla okullara ‘manevi danışman’ sıfatıyla pedagojik eğitimi bulunmayan vaiz, imam hatip, Kur’an kursu öğreticileri İzmir ve Eskişehir başta olmak üzere, çeşitli illerde görevlendirmeler yapılmaya başlandı. Antalya da da İl Müftülüğü, İl Milli Eğitim Müdürlüğü,Gençlik ve Spor İl Müdürlüğü arasında ‘’Değerler Eğitimi’’ protokolü imzalandı.

ÇEDES ,Sana Emanet, Genç Gönüller, Çocuk Gönüllerle Buluşuyor gibi projelerle amaçlanan; Siyasal İslam İdeolojisinin iktidarını kalıcılaştırmaktır. Bu uygulamalar Hizbullah’ın siyasi uzantısı olarak görülen HÜDA PAR’ın parti programında da yer almaktadır.  Ayrıca konuyu hukuki boyutuyla ele alacak olursak; eğitim bir çocuğun en temel hakkıdır ve bu hakkın kullanılmasını sağlamak devletin asli görevidir. Devlet bu görevini MEB aracılığı ile yerine getirir ve bu görevini hiçbir kişi, kurum, kuruluş ve dini yapıya devredemez. Bu anlamda MEB, dini yapılarla protokoller imzalayarak görevini devretmektedir. Bu uygulama/uygulamalar ile, Cumhuriyetin kuruluş ilkesi olan ve Devletin niteliğinin tanımlandığı Anayasanın 2. Maddesinde ifadesini bulan laiklik ilkesi çiğnenmektedir. Eğitim sisteminde ve genel olarak toplumsal yaşamda iktidarın kendi dünya görüşüne ve yaşam tarzına uygun nesiller yetiştirme yönündeki uygulamaları tüm topluma yönelik fiili bir baskı ve dayatma haline gelmiş durumdadır. Bu konuda mesai saatlerinin okul ders planlarının Cuma namazı saatlerine göre düzenlenmek istenmesi, karma eğitim ilkesinin ihlal edilmesi ve benzeri girişimler, kısaca eğitim sisteminin dini kurallara göre biçimlendirilmek istenmesi kabul edilemez. Okullarımızın dini içerikli faaliyet ve etkinliklerin değil, laik ,bilimsel  ve kamusal eğitimin mekânları olmasını istiyoruz.’’

Tülin Hanım’a Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli ve bu konudaki görüşlerini de sordum. Yarın kaldığımız yerden devam etmek üzere şimdilik hoşçakalın.

Berna Deveci

 

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve okurmedya.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.