"Ben kaybetmekten korktuğum her şeyi özgür bıraktım” diyor Stefan Zweig
Birkaç yıl önce bu sözleri düşününce bir yanım iddialı bulup insan sevdiği şeyleri kaybetmekten nasıl korkmaz diyordu. Zaman geçtikçe bir yanımda seni özgür kılacak,, ruhunu huzura kavuşturabilecek ve gerçek anda kalmak dediğimiz şey bu olabilir demeye başladı. O sese kulak vermeye başlayıp hayata, sevdiklerime bazı kayıplarıma baktığımda daha çok anlamaya hatta hak vermeye başladım Zweig’ı. Bir şeyleri boş vermek değildi bunu söylerken kastettiği bilakis sevdiğimiz ya da çok istediğimiz şeylere sıkı sıkı tutunup o kaygıyla ruhu boğmamaktı. Hayatın kontrol edilemezliğini, çok korkmanın sevdiği şeylerin kalıcılığını arttırmadığını anlamıştı bence.
Kaybetmekten korktuğumuz şeylerin bir süre sonra tutsağı oluyoruz. Aşkın, işin, hayatın, arkadaşlığın, ailenin neyse o en değerli şey bizim için bir süre sonra yokluğunun ıstıraba dönüştüğü yerlere bakıyorum. Koruyup kollamayı, emek vermeyi, besleyip büyütmeyi tenzih ediyorum bunları düşünürken. Oralar benim için inanılmaz kıymetli yerler çünkü. Fakat yokluğun gerçekçiliğini nasılda görmezden geliyoruz bazen. Bu hayatın ve insanların geçiciliğini, bir varmışız, bir yok olacağımızı nasıl da unutuyoruz. Sürekli kaçtığımız şeylere koşuyoruz, her yere her şeye yetişme telaşındayız, öylece duramıyoruz, hep bir adım sonrasını hesaplıyoruz. Çoğunlukla hesaplar tutmuyor, zaten tutsa da sürdürülebilir bir düzen ya da mutluluk da olmuyor. Akış kayıpları ve farklı kazançları getiriyor.
Hayatın kıymeti de, gerçekliği de, çoğunlukla öngörülemez sürprizleri de oralarda zaten. Seyir haline geçebilmek, anda kalmak, çabasızlığın hakikiliği, olanı olduğu gibi kabul edebilmek üzerinde düşünüyorum bu aralar. Çokça sarsılıyorum, eğleniyorum, kendime dönüyorum ve diyorum ki yaşa bu hayatı! Acısıyla, tatlısıyla, coşkusuyla, yasıyla. Çünkü sevdiğin her şey gidebilir yok olabilir, sevdiklerin değişebilir, kontrol her zaman senin elinde değil fakat elinde şu an var olanların kıymetini bil. Vedalaşmayı da bil ki yeniliklere kollarını açabil. Hayat bir dönüşüm ruhumuzun kapılarını açık tutabilelim ki zorlandığımız yerlerde bırakabilmenin ferahlığını, kabulün şifasını, yeniliklerin getirdiği tazelenmeyi hissedip yola keyifle devam edebilelim.
Hepimizin bambaşka hikayeleri, dönüşümleri, acıları ya da mutlulukları var. Bu hikâyelerde hepimizin ortak noktası duygular ve ihtiyaçlar, aynı duyguda buluşabildiğimizde anlaşıldığımızı hissediyoruz. İçinden çıkılması en güç duygu ise kaybetmekten korktuğumuz şeyler için duyduğumuz korku. Oysa kaybetmekten korktuğumuz şey düne kadar hayatımızda bile yoktu. Her kaybettiğimiz ya da kazandığımız şey başka bir sürüm getirir hayatımıza, denge de hayatın keyfi de burada gizlidir.
Can Yücel’in en sevdiğim dizeleriyle son veriyorum yazıma tam olarak buralardayım artık, sizleri de beklerim efendim sevgiler…
Bağlanmayacaksın bir şeye, öyle körü körüne.
"O olmazsa yaşayamam." demeyeceksin.
Demeyeceksin işte. Yaşarsın çünkü.
Öyle beylik laflar etmeye gerek yok ki.
İlle de bir şeye ait olacaksan, renklere ait olacaksın.
Mesela turuncuya, ya da pembeye. Ya da cennete ait olacaksın.
Çok sahiplenmeden, çok ait olmadan yaşayacaksın.
Hem her an avuçlarından kayıp gidecekmiş gibi,
Hem de hep senin kalacakmış gibi hayat.
İlişik yaşayacaksın. Ucundan tutarak...