Berna Deveci
Köşe Yazarı
Berna Deveci
 

Cumhuriyete giden yolun ilk mihenk taşı: Taş Mektep

16 Mart 1920’de İstanbul işgal edildi. Hepi topu iki rakam, dört kelime… Söylemesi bu kadar basit.  Bugün hiçbirimiz bu cümlenin ağırlığını o yıllarda yaşamış dedelerimiz kadar idrak edemeyiz. Dilerseniz birlikte düşünelim ve hissetmeye çalışalım; 1453 yılından beri koca bir imparatorluğun başkenti olan İstanbul ve çevresi, 1920’de artık imparatorluğun uhdesinde değildi. Hukuki açıdan bakılacak olursa meşruti rejimin varlığı ortadan kalkmıştı. Milletin temsil yetkisi yok edilmişti. Padişahın yetkileri tehlikeye girmişti. İşte, bu elim olayın haberi Anadolu’ya ulaştığında herkes çaresiz ve bitik hissederken Mustafa Kemal’in soğuk kanlı ve ağırbaşlı yaklaşımı şaşkınlık yaratmıştı. ‘’Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nın tarihi gelişimi’’ni irdelediğimiz yazı dizimizin ikinci bölümünde tam da bu ağırbaşlı tavrın nedenlerini araştıracağız: Neden 23 Nisan günü Ankara’da bir meclis açılmıştır? Mustafa Kemal’in kafasından neler geçiyordu? Sizleri 1920’den 2 yıl öncesine götürmek istiyorum. Yıl 1918. Kartal İstimbotu’nda düşman gemilerinin geçişini bekleyen Mustafa Kemal Paşa’nın hissettiklerini anlamaya gidiyoruz. ‘’Ordu Karargâhı ile Adana’ya gelen paşamız, 7 Kasım 1918’de Yıldırım Orduları Grubu ve 7’nci Ordu Karargâhının dağıtılması nedeniyle 8 Kasım 1918’de Harbiye Nezaretinden aldığı emir ile 10 Kasım 1918’de İstanbul’a gitmek üzere Adana’dan ayrılmış.  13 Kasım 1918’de Haydarpaşa İstasyonu’na trenle gelmiş, Haydarpaşa’da İstanbul’u işgale gelen düşman gemilerinin geçişini beklemek zorunda kalmış. İşte tam da burada Kartal İstimbotu’nda saatlerdir bekleyen paşamızın söylediklerine kulak veriyoruz: “Hata ettim, İstanbul’a gelmemeliydim, ne yapıp yapmalı Anadolu’ya dönmenin çarelerine bakmalı” diyor. Bu arada Yaveri Cevat Abbas’a düşman gemilerini kastederek; meşhur “geldikleri gibi giderler” sözünü söylüyor (1). Zaten bildiğiniz bu olayı size neden uzun uzun anlattım biliyor musunuz? Tarihleri, günleri hesaplayıp Mustafa Kemal’in o günler boyu yaşadığı utanç ve üzüntüyü anlayın diye. Yazının burasında bir es verin. Geri dönün ve Kartal İstimbotu’na binene kadar kaç gün geçirmiş, ne yapmış bir daha okuyun lütfen. Mustafa Kemal’in İstanbul’un işgalini çok olağan karşılaması olayların nasıl cereyan edecek olduğunu görmüş ve anlamış olmasından kaynaklanmaktadır. İstanbul Hükümeti ve bu yöneticiler ile bir sonuç alınamayacağının farkındaydı. Bu durum karşısında isyan edecek de değildi. Bütün yolları tüketmeden kararını vermek istemiyordu. Bir çeşit sağlamasını yapacaktı düşüncelerinin. Önce İstanbul’a yerleşti. Şişli’de bir ev tuttu. Padişah ile görüştü. Padişahın tutumunu anlamaya çalıştı. Daha sonra Milli Mücadele’nin muktedir paşaları olacak Kazım Karabekir, Rauf Orbay, İsmet İnönü, Ali Fuat gibi paşalar ile sürekli gizli toplantı ve planlar yaptı. Bir süre sonra Şişli’deki ev adeta gizli toplantıların karargahı konumuna gelmişti (1). Mayıs 1919’a kadar (13 Kasım 1918- Mayıs 1919) İstanbul’da bir umut var mıydı? Etraflıca düşündüler, araştırdılar, görüştüler, gizli planlar yaptılar. Sonunda Anadolu’da kendiliğinden zaten başlamış olan bölgesel direnişlere katılmaya ve gerekirse örgütlemeye karar verdiler. Bekledikleri bahane Samsun ve çevresinden geldi. Çıkan karışıklıkların yerinde teftiş edilmesi gerekiyordu. Böylece Mustafa Kemal’e Anadolu’ya geçebilmek için bir fırsat doğuyordu. Mustafa Kemal, Samsun’dan Ankara’ya gelene kadar tam olarak 31 kongre düzenlemiştir (2). İşgallerin haksızlığı, misak-ı milli sınırları, Wilson ilkelerine göre halkların kendilerini savunma hakları, Anadolu halkının bir bütün olduğu gibi çeşitli savunma odaklı kararlar alınmıştır. Buradaki amaç başkent İstanbul’da bulunan meclisi etkileyebilmek ve Anadolu direnişinin haklılığı kararını aldırtabilmekti. 16 Mart 1920 günü başkent işgal edilince işler değişti. 18 Mart 1920’de İstanbul’da bulunan vekiller güvenlikleri olmadığı gerekçesiyle meclis faaliyetlerini durdurdu. Padişah Vahdettin 11 Nisan 1920’de meclisi kapattı. İşte bu olay tam da Mustafa Kemal’in arzu ettiği bir hadise idi. Zaten işlevini kaybetmiş ve halkın yararını gözetmeyen İstanbul, Anadolu’dan çok uzak ve bihaberdi. Halkı temsil edecek bir organın olmadığı fikrinden yola çıkan Mustafa Kemal Paşa 17 Mart 1920’de, ordu komutanlarına bir genelge göndererek Ankara’da bir Kurucu Meclis açılacağını, vekil seçilme şartlarını bildiren ivedi bir tebliğ yayınladı. Tebliğin en dikkat çekici bölümü; Ankara’da, olağanüstü yetkilere sahip bir meclisin milletin işlerini idare ve kontrol etmek üzere toplanacak olmasıdır (3) maddesi idi. Yani, halkın iradesinin yok edilmesi dolayısıyla yeni bir millet iradesi organı oluşturuluyordu. Bu durum fiili olarak ‘’Ulusal Egemenlik’’ anlamına gelmekteydi. Meclis’in Ankara’da açılması meselesine gelirsek, Ankara özellikle seçilmiş bir vilayettir. Denizden gelecek her türlü tehdide uzaktır. Etrafı dağlar ile çevrilidir. İstanbul’dan çok daha kolay savunulacak bir mevkiye sahiptir. Osmanlı Ordusu son 150 yıl içerisinde denizlerdeki başarılarında gerilemişti. Hava kuvvetleri dünyada yeni yeni gelişmekteydi. Dolayısıyla Milli Mücadele’ye bir kara savaşları ve savunması diyebiliriz. İşte bu nedenlerin hepsi göz önünde bulundurulunca en doğru seçim Ankara oluyordu. Ayrıca İstanbul ile tren yolu bağlantısı da bulunmaktaydı. Neden 23 Nisan günü meclisin açıldığı sorusunun cevabı ise şu şekilde açıklanabilir: Ankara’ya ulaşan milletvekilleri ile yapılan görüşmeler sonunda meclisin, 22 Nisan Perşembe günü açılması kararlaştırılmıştı. Fakat sonra bu karardan vazgeçilerek 23 Nisan 1920 Cuma günü açılmasının halk üzerinde önemli bir etki yapacağı düşünülmüş ve açılış Cuma gününe ertelenmiştir. Bu değişikliğin milli ve manevi sebeplerini Yunus Nadi’nin açıklamalarından anlıyoruz. Yunus Nadi; Milli Mücadele ile Anadolu ve Rumeli Müdafa-i Hukuk Cemiyeti faaliyetlerinden hoşnut olmayanların dini, şeriatı, milli değerleri sömürerek hareketin günah, hukuksuz ve haksız olduğunu ispatlamaya çalıştıklarından bahseder. Bütün bu suçlamaları bertaraf etmek için Müslümanlar için kutsal gün olan Cuma gününde meclisin açılmasında karar kılındığını aktarır (3). Burada Rıfat Börekçi’yi de anmadan geçmeyelim. Rıfat Börekçi ilk Diyanet İşleri Başkanımız ve Milli Mücadele’nin önemli bir neferidir. İstanbul yönetimi Milli Mücadele hareketini dini, şeriati, milli yönetime karşı yapılmış bir başkaldırı olarak nitelendirmekteydi. Rıfat Börekçi ise İstanbul’dan gelen bu haksız ithamlar karşısında 23 Nisan gününe kadar camilerden selalar okutarak, fetvalar yayınlayarak mücadelenin dini, şeriati ve hukuki durumlara karşı yapılmış bir mücadele olmadığını anlatmaya çalışmıştır. Son bölüm olarak ilk meclis binamız Taş Mekteb’in hikayesini sizler ile paylaşmak istiyorum:  Günümüzde 1. Meclis olarak anılan bina ilk önce İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin kulüp binası yapılacaktı. Fakat cemiyetin kapatılması nedeniyle bu fikirden vazgeçildi. Yapımı tamamlanamadı. Gayrimüslim guruplar, binanın ibadethane olarak kullanılması talebinde bulundular. Bu talep red edildi. Askeri bina olarak kullanılabilirliği üzerinde duruldu. 3000 lira kadar ödenmemiş borcu olduğu ve tamamlanmamış bir inşaat halinde olduğu için bu talep de red edildi. 1919-1920’lerin Ankara’sında Taşhan, İttihat ve Terakki Kulübü (bugünkü TBMM), Hacı Bayram Camii, Cebeci Abidin Paşa Köşkü ve Keçiören Ziraat Mektebi gibi resmi taş binalar dışında pek de dişe dokunur yapılar bulunmuyordu. Bu nedenle yapımı tamamlanmamış olsa bile bütün kurum ve kuruluşlar tarafından kullanılmak üzere talep ediliyordu. Bir ara İçişleri, Dışişleri, bakanlık yada valilik olarak da kullanılması düşünüldü. En sonunda İstanbul Hükümeti kararı gereği İttihat ve Terakki Cemiyetinin tüm mal varlığının hükümete devredildiği ve gereğinin yapılmasına karar verildi. Böylece meclis binası olarak kullanılacak binanın belediyeye devri de mümkün olamadı (4) 1915 yılında yapımına başlanan bina, Türk mimari stilini yansıtmaktadır. En belirgin özelliği Ankara’ya ait ANDAZİT taşının kullanılmış olmasıdır. 23 Nisan 1920’de kullanılmaya başlandığında hala yapımı tamamlanmış değildi. Halkın özel çabaları ile tamamlanmıştır. Çatısındaki kiremitler Ulucanlar’da yapımı devam eden bir ilkokulun inşaatından alınmıştır. Toplantı salonuna konacak sıralar bir ilkokuldan temin edilmiş, aydınlatma sorunu ise bir kahvehanenin büyük bir asma lambası temin edilerek çözülmüştür. (4) 23 Nisan 1920 günü Anadolu’nun mütevazi, kasaba görünümlü kenti Ankara’nın semalarında selalar okunuyor Cuma namazının ardından Hacı Bektaş-i Veli önünde kurbanlar kesilerek milletin iradesine sahip çıkılıyordu. Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk mihenk taşı Taş Mekteb ulusal egemenlik yolunun tam ortasına koyuluyordu.Taş Mektep gibi ulusun egemenliği de daha inşaat halindeydi. Karılacak çok fazla harç, örülecek çok fazla tuğla, döşenecek daha çok mihenk taşları vardı. Eksikti, bozuktu, küçüktü, yalnızdı. Sadece ve sadece milletin kendisi vardı. Gidilecek yol çok uzun ve meşakkatliydi ama en karanlık dönemeç de dönülmüştü. Tünelin sonu bitmiş küçücük bile olsa ışık görülüyordu ufukta. Taş Mektep, daha sonraları Cumhuriyet Halk Fırkası Genel Merkezi ve Hukuk Mektebi olarak da kullanılmış, 1952 yılında Milli Eğitim Bakanlığı’na devredilmiş, 1957’de müzeye dönüştürülme kararı alınmış ve 23 Nisan 1961 yılından bu yana TBMM Müzesi olarak halkın ziyaretine açılmıştır (5). Tesadüf mü bilmiyorum. Fakat dile getirmek beni tarifsiz duygulandırıyor. Türkiye Cumhuriyeti çıkılan uzun ve meşakkatli bir yol ise o yolun ilk mihenk taşı eğitim fark ettiniz mi?  Ne adalet ne mağduriyet ne savaş ne de diğeri eğitim sadece eğitim. Eğitim öyle değerli bir şeydir ki yayılırsa dünyada ne mağduriyet kalır ne savaşlar ne de adaletsizlikler... Yararlanılan Kaynaklar: Şahin, M. (2015). Cumhuriyetin Temelinin Atılması Yolunda Atatürk’ün Mondros Mütarekesi Sonrası Şişli Günleri. Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi, Sayı 55, s: 213-237 Görgülü, İ. Milli Mücadele Dönemi Kongreler. Atatürk Ansiklopedisi, Genel, https://ataturkansiklopedisi.gov.tr/bilgi/milli-mucadele-doneminde-kongreler/ Akandere, O. (2008) İdama Mahkum Edilen Bir Hükümet: Birinci Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin İlk İcra Vekilleri Heyeti Hakkında Çıkartılan İdam Kararları, SAÜ Fen Edebiyat Dergisi sayı:II Yardımcı, M. (2020) İlk TBMM Binası ve Sinop Vekili Mehmet Şerif Bey’in Meclis Faaliyetleri, Türk Dünyası Araştırmaları, C: 126 Sayı: 248 S: 199-210 Ankara Kurtuluş Savaşı Müzesi, 1. TBMM Müzesi, Binanın Tarihçesi,     Yazı dizimizin son bölümü 23 Nisan günü yayınlanacaktır: Dünün Çocukları Bugünün Büyükleri 23 Nisan Hepimizin
Ekleme Tarihi: 22 Nisan 2024 - Pazartesi
Berna Deveci

Cumhuriyete giden yolun ilk mihenk taşı: Taş Mektep

16 Mart 1920’de İstanbul işgal edildi. Hepi topu iki rakam, dört kelime… Söylemesi bu kadar basit.  Bugün hiçbirimiz bu cümlenin ağırlığını o yıllarda yaşamış dedelerimiz kadar idrak edemeyiz. Dilerseniz birlikte düşünelim ve hissetmeye çalışalım; 1453 yılından beri koca bir imparatorluğun başkenti olan İstanbul ve çevresi, 1920’de artık imparatorluğun uhdesinde değildi. Hukuki açıdan bakılacak olursa meşruti rejimin varlığı ortadan kalkmıştı. Milletin temsil yetkisi yok edilmişti. Padişahın yetkileri tehlikeye girmişti.

İşte, bu elim olayın haberi Anadolu’ya ulaştığında herkes çaresiz ve bitik hissederken Mustafa Kemal’in soğuk kanlı ve ağırbaşlı yaklaşımı şaşkınlık yaratmıştı. ‘’Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nın tarihi gelişimi’’ni irdelediğimiz yazı dizimizin ikinci bölümünde tam da bu ağırbaşlı tavrın nedenlerini araştıracağız: Neden 23 Nisan günü Ankara’da bir meclis açılmıştır? Mustafa Kemal’in kafasından neler geçiyordu?

Sizleri 1920’den 2 yıl öncesine götürmek istiyorum. Yıl 1918. Kartal İstimbotu’nda düşman gemilerinin geçişini bekleyen Mustafa Kemal Paşa’nın hissettiklerini anlamaya gidiyoruz. ‘’Ordu Karargâhı ile Adana’ya gelen paşamız, 7 Kasım 1918’de Yıldırım Orduları Grubu ve 7’nci Ordu Karargâhının dağıtılması nedeniyle 8 Kasım 1918’de Harbiye Nezaretinden aldığı emir ile 10 Kasım 1918’de İstanbul’a gitmek üzere Adana’dan ayrılmış.  13 Kasım 1918’de Haydarpaşa İstasyonu’na trenle gelmiş, Haydarpaşa’da İstanbul’u işgale gelen düşman gemilerinin geçişini beklemek zorunda kalmış. İşte tam da burada Kartal İstimbotu’nda saatlerdir bekleyen paşamızın söylediklerine kulak veriyoruz: “Hata ettim, İstanbul’a gelmemeliydim, ne yapıp yapmalı Anadolu’ya dönmenin çarelerine bakmalı” diyor. Bu arada Yaveri Cevat Abbas’a düşman gemilerini kastederek; meşhur “geldikleri gibi giderler” sözünü söylüyor (1).

Zaten bildiğiniz bu olayı size neden uzun uzun anlattım biliyor musunuz? Tarihleri, günleri hesaplayıp Mustafa Kemal’in o günler boyu yaşadığı utanç ve üzüntüyü anlayın diye. Yazının burasında bir es verin. Geri dönün ve Kartal İstimbotu’na binene kadar kaç gün geçirmiş, ne yapmış bir daha okuyun lütfen.

Mustafa Kemal’in İstanbul’un işgalini çok olağan karşılaması olayların nasıl cereyan edecek olduğunu görmüş ve anlamış olmasından kaynaklanmaktadır. İstanbul Hükümeti ve bu yöneticiler ile bir sonuç alınamayacağının farkındaydı. Bu durum karşısında isyan edecek de değildi. Bütün yolları tüketmeden kararını vermek istemiyordu. Bir çeşit sağlamasını yapacaktı düşüncelerinin. Önce İstanbul’a yerleşti. Şişli’de bir ev tuttu. Padişah ile görüştü. Padişahın tutumunu anlamaya çalıştı. Daha sonra Milli Mücadele’nin muktedir paşaları olacak Kazım Karabekir, Rauf Orbay, İsmet İnönü, Ali Fuat gibi paşalar ile sürekli gizli toplantı ve planlar yaptı. Bir süre sonra Şişli’deki ev adeta gizli toplantıların karargahı konumuna gelmişti (1).

Mayıs 1919’a kadar (13 Kasım 1918- Mayıs 1919) İstanbul’da bir umut var mıydı? Etraflıca düşündüler, araştırdılar, görüştüler, gizli planlar yaptılar. Sonunda Anadolu’da kendiliğinden zaten başlamış olan bölgesel direnişlere katılmaya ve gerekirse örgütlemeye karar verdiler. Bekledikleri bahane Samsun ve çevresinden geldi. Çıkan karışıklıkların yerinde teftiş edilmesi gerekiyordu. Böylece Mustafa Kemal’e Anadolu’ya geçebilmek için bir fırsat doğuyordu.

Mustafa Kemal, Samsun’dan Ankara’ya gelene kadar tam olarak 31 kongre düzenlemiştir (2). İşgallerin haksızlığı, misak-ı milli sınırları, Wilson ilkelerine göre halkların kendilerini savunma hakları, Anadolu halkının bir bütün olduğu gibi çeşitli savunma odaklı kararlar alınmıştır. Buradaki amaç başkent İstanbul’da bulunan meclisi etkileyebilmek ve Anadolu direnişinin haklılığı kararını aldırtabilmekti. 16 Mart 1920 günü başkent işgal edilince işler değişti. 18 Mart 1920’de İstanbul’da bulunan vekiller güvenlikleri olmadığı gerekçesiyle meclis faaliyetlerini durdurdu. Padişah Vahdettin 11 Nisan 1920’de meclisi kapattı.

İşte bu olay tam da Mustafa Kemal’in arzu ettiği bir hadise idi. Zaten işlevini kaybetmiş ve halkın yararını gözetmeyen İstanbul, Anadolu’dan çok uzak ve bihaberdi. Halkı temsil edecek bir organın olmadığı fikrinden yola çıkan Mustafa Kemal Paşa 17 Mart 1920’de, ordu komutanlarına bir genelge göndererek Ankara’da bir Kurucu Meclis açılacağını, vekil seçilme şartlarını bildiren ivedi bir tebliğ yayınladı. Tebliğin en dikkat çekici bölümü; Ankara’da, olağanüstü yetkilere sahip bir meclisin milletin işlerini idare ve kontrol etmek üzere toplanacak olmasıdır (3) maddesi idi. Yani, halkın iradesinin yok edilmesi dolayısıyla yeni bir millet iradesi organı oluşturuluyordu. Bu durum fiili olarak ‘’Ulusal Egemenlik’’ anlamına gelmekteydi.

Meclis’in Ankara’da açılması meselesine gelirsek, Ankara özellikle seçilmiş bir vilayettir. Denizden gelecek her türlü tehdide uzaktır. Etrafı dağlar ile çevrilidir. İstanbul’dan çok daha kolay savunulacak bir mevkiye sahiptir. Osmanlı Ordusu son 150 yıl içerisinde denizlerdeki başarılarında gerilemişti. Hava kuvvetleri dünyada yeni yeni gelişmekteydi. Dolayısıyla Milli Mücadele’ye bir kara savaşları ve savunması diyebiliriz. İşte bu nedenlerin hepsi göz önünde bulundurulunca en doğru seçim Ankara oluyordu. Ayrıca İstanbul ile tren yolu bağlantısı da bulunmaktaydı.

Neden 23 Nisan günü meclisin açıldığı sorusunun cevabı ise şu şekilde açıklanabilir: Ankara’ya ulaşan milletvekilleri ile yapılan görüşmeler sonunda meclisin, 22 Nisan Perşembe günü açılması kararlaştırılmıştı. Fakat sonra bu karardan vazgeçilerek 23 Nisan 1920 Cuma günü açılmasının halk üzerinde önemli bir etki yapacağı düşünülmüş ve açılış Cuma gününe ertelenmiştir. Bu değişikliğin milli ve manevi sebeplerini Yunus Nadi’nin açıklamalarından anlıyoruz. Yunus Nadi; Milli Mücadele ile Anadolu ve Rumeli Müdafa-i Hukuk Cemiyeti faaliyetlerinden hoşnut olmayanların dini, şeriatı, milli değerleri sömürerek hareketin günah, hukuksuz ve haksız olduğunu ispatlamaya çalıştıklarından bahseder. Bütün bu suçlamaları bertaraf etmek için Müslümanlar için kutsal gün olan Cuma gününde meclisin açılmasında karar kılındığını aktarır (3).

Burada Rıfat Börekçi’yi de anmadan geçmeyelim. Rıfat Börekçi ilk Diyanet İşleri Başkanımız ve Milli Mücadele’nin önemli bir neferidir. İstanbul yönetimi Milli Mücadele hareketini dini, şeriati, milli yönetime karşı yapılmış bir başkaldırı olarak nitelendirmekteydi. Rıfat Börekçi ise İstanbul’dan gelen bu haksız ithamlar karşısında 23 Nisan gününe kadar camilerden selalar okutarak, fetvalar yayınlayarak mücadelenin dini, şeriati ve hukuki durumlara karşı yapılmış bir mücadele olmadığını anlatmaya çalışmıştır.

Son bölüm olarak ilk meclis binamız Taş Mekteb’in hikayesini sizler ile paylaşmak istiyorum:  Günümüzde 1. Meclis olarak anılan bina ilk önce İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin kulüp binası yapılacaktı. Fakat cemiyetin kapatılması nedeniyle bu fikirden vazgeçildi. Yapımı tamamlanamadı. Gayrimüslim guruplar, binanın ibadethane olarak kullanılması talebinde bulundular. Bu talep red edildi. Askeri bina olarak kullanılabilirliği üzerinde duruldu. 3000 lira kadar ödenmemiş borcu olduğu ve tamamlanmamış bir inşaat halinde olduğu için bu talep de red edildi. 1919-1920’lerin Ankara’sında Taşhan, İttihat ve Terakki Kulübü (bugünkü TBMM), Hacı Bayram Camii, Cebeci Abidin Paşa Köşkü ve Keçiören Ziraat Mektebi gibi resmi taş binalar dışında pek de dişe dokunur yapılar bulunmuyordu. Bu nedenle yapımı tamamlanmamış olsa bile bütün kurum ve kuruluşlar tarafından kullanılmak üzere talep ediliyordu. Bir ara İçişleri, Dışişleri, bakanlık yada valilik olarak da kullanılması düşünüldü. En sonunda İstanbul Hükümeti kararı gereği İttihat ve Terakki Cemiyetinin tüm mal varlığının hükümete devredildiği ve gereğinin yapılmasına karar verildi. Böylece meclis binası olarak kullanılacak binanın belediyeye devri de mümkün olamadı (4)

1915 yılında yapımına başlanan bina, Türk mimari stilini yansıtmaktadır. En belirgin özelliği Ankara’ya ait ANDAZİT taşının kullanılmış olmasıdır. 23 Nisan 1920’de kullanılmaya başlandığında hala yapımı tamamlanmış değildi. Halkın özel çabaları ile tamamlanmıştır. Çatısındaki kiremitler Ulucanlar’da yapımı devam eden bir ilkokulun inşaatından alınmıştır. Toplantı salonuna konacak sıralar bir ilkokuldan temin edilmiş, aydınlatma sorunu ise bir kahvehanenin büyük bir asma lambası temin edilerek çözülmüştür. (4)

23 Nisan 1920 günü Anadolu’nun mütevazi, kasaba görünümlü kenti Ankara’nın semalarında selalar okunuyor Cuma namazının ardından Hacı Bektaş-i Veli önünde kurbanlar kesilerek milletin iradesine sahip çıkılıyordu. Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk mihenk taşı Taş Mekteb ulusal egemenlik yolunun tam ortasına koyuluyordu.Taş Mektep gibi ulusun egemenliği de daha inşaat halindeydi. Karılacak çok fazla harç, örülecek çok fazla tuğla, döşenecek daha çok mihenk taşları vardı. Eksikti, bozuktu, küçüktü, yalnızdı. Sadece ve sadece milletin kendisi vardı. Gidilecek yol çok uzun ve meşakkatliydi ama en karanlık dönemeç de dönülmüştü. Tünelin sonu bitmiş küçücük bile olsa ışık görülüyordu ufukta.

Taş Mektep, daha sonraları Cumhuriyet Halk Fırkası Genel Merkezi ve Hukuk Mektebi olarak da kullanılmış, 1952 yılında Milli Eğitim Bakanlığı’na devredilmiş, 1957’de müzeye dönüştürülme kararı alınmış ve 23 Nisan 1961 yılından bu yana TBMM Müzesi olarak halkın ziyaretine açılmıştır (5).

Tesadüf mü bilmiyorum. Fakat dile getirmek beni tarifsiz duygulandırıyor. Türkiye Cumhuriyeti çıkılan uzun ve meşakkatli bir yol ise o yolun ilk mihenk taşı eğitim fark ettiniz mi?  Ne adalet ne mağduriyet ne savaş ne de diğeri eğitim sadece eğitim. Eğitim öyle değerli bir şeydir ki yayılırsa dünyada ne mağduriyet kalır ne savaşlar ne de adaletsizlikler...

Yararlanılan Kaynaklar:

  1. Şahin, M. (2015). Cumhuriyetin Temelinin Atılması Yolunda Atatürk’ün Mondros Mütarekesi Sonrası Şişli Günleri. Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi, Sayı 55, s: 213-237
  2. Görgülü, İ. Milli Mücadele Dönemi Kongreler. Atatürk Ansiklopedisi, Genel, https://ataturkansiklopedisi.gov.tr/bilgi/milli-mucadele-doneminde-kongreler/
  3. Akandere, O. (2008) İdama Mahkum Edilen Bir Hükümet: Birinci Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin İlk İcra Vekilleri Heyeti Hakkında Çıkartılan İdam Kararları, SAÜ Fen Edebiyat Dergisi sayı:II
  4. Yardımcı, M. (2020) İlk TBMM Binası ve Sinop Vekili Mehmet Şerif Bey’in Meclis Faaliyetleri, Türk Dünyası Araştırmaları, C: 126 Sayı: 248 S: 199-210
  5. Ankara Kurtuluş Savaşı Müzesi, 1. TBMM Müzesi, Binanın Tarihçesi,
  6.  

 

Yazı dizimizin son bölümü 23 Nisan günü yayınlanacaktır: Dünün Çocukları Bugünün Büyükleri 23 Nisan Hepimizin

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (1)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve okurmedya.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Kayla ada
(10.05.2024 00:00 - #244)
Çok teşekkürler çok eğitici bir yazıydı. Aydınlandım
Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve okurmedya.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
(0) (0)
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.