Ölüm canlıların kaçınılmaz sonudur. Vücuttaki son oksijenin tükenmesi ve beyindeki nöronların çalışmayı bırakması ile başlar. Sonra kaslar gevşer. Ardından vücutta morlaşmalar görülür. Hücreler yavaş yavaş ölür ve vücut bütünlüğü kaybolmaya başlar. Hücre zarı zayıflar, hücre sıvısı dokulara zarar verir. Bedenin parçalanması ile görevli yaklaşık 100 trilyon mikroorganizma harekete geçer. Mikroorganizmalar vücudu parçaladıkça koku yayılır. Buna tıp literatüründe kokuşma deniyor. Kokuşma ile çürüme işlemi somut bir şekilde başlamıştır artık. Vücudun parçalanmasını sağlayan mikroorganizmalar, bakteriler sayesinde dokuya yumurta bırakan kurt sineği leş böcekleri ve benzeri canlı orduları vücuda yerleşir. Bıraktıkları larvalar büyüyene kadar vücuttan beslenirler. Kurtçuklar bedenin yaklaşık yüzde 60 kadarını bitirirler. Ve kaçınılmaz son: Çürüme! Çürüme evresi, vücudun bütünlüğünü kaybettiği son evredir. Vücut git gide yok olmaya, tanınmaz bir hale gelmeye başlar. Geriye sadece kemikler kalır.
Tıpkı canlılar gibi devletlerin toplumların da çürüme evreleri vardır. Toplumun vücut bütünlüğünü koruyan ve her biri farklı bir prensiple çalışan yasama, yürütme, yargı organları tek bir organa bağlanırsa o toplum sağlıklı bir şekilde yaşamına devam edemez. Damarlarında dolaşmakta olan kültürel bağlar zayıflarsa, hafızasındaki nöronlar tek tek ölür kaçınılmaz son gelir bir gün kapısını çalar!
Cumhuriyetimizin 101. Yılını kutlamamıza günler kalan ülkenin dört bir tarafından gelen acı olaylar ile her gün sarsılıyoruz. Önce hayvanlar, sonra çocuklar, şimdi de kadınlar! Peki biz nerede hata yaptık? Cevap basit değil. Uzun bir sürecin sonunda geldik biz bu noktaya…
Önce cumhuriyetin, demokrasinin ayarları ile oynandı. Kültürel değerler yozlaştırıldı. Kadınların hakları ellerinden alındı. Eğitimin içi boşaltıldı. Hukuk sistemine inanç köreltildi. Saygın ordumuza güvenimiz, halkın yanında yer alan, dertlerine koşturan polisimize olan inancımız yok edildi. Edilmeye devam ediyor.
Size bilmediğiniz bir şey söylemiyorum. En acısı da bu. Hepimiz de biliyoruz… Cevap basit değil. O kadar çok ve farklı konularda leş böceği, larvalar, kurtçuklar Türk toplumunun vücuduna yerleşti ki ölümün morluk evresi geçeli çok oldu. Çürümeden önceki o pis koku yayıldı her yere!
Belediyeler akşam son otobüs seferinde kadınları durak dışında evlerine yakın bölgelere bırakacaklarının müjdesini sevinçle iyi bir şeymiş gibi duyuruyorlar halka. Bu ilk bakışta çok güzel bir hizmet gibi görünse de kimsenin kimseye güveninin kalmadığının bir göstergesi değil midir?
Hayvan severler hala meydanlarda sokak canları için var güçleri ile seslerini duyurmaya çalışıyorlar. Bu aslında toplumun kalbine giden damarların durduğuna işaret değil midir?
Anneler kızlarına bayıltıcı, göz yaşartıcı sprey almayı öğütlüyor. Erkek kız fark etmez çocuklarını savunma sporlarına yöneltiyorlar. Bu aslında dolaylı olarak suçluların her an aramızda olduğunun direk olarak da hukuka güvenin kalmadığının işareti değil midir?
Ben sana güvenmezsem sen bana güvenmezsen kutsal aile aslında çürüdü ise geriye ne kalır?
Sözün bitmediği yerdeyiz. Söylenecek çok şey var çünkü. Söz bitmesin. Bitmemeli! Sokak ortasında tecavüz riski ile karşı karşıya kalan kadın olayın ardından şikayetçi olmuyorsa söylenecek çok şey var demektir!
Size bilmediğiniz bir şey söylemiyorum. Hepiniz de biliyorsunuz!
Yalan söylediklerini biliyoruz
Yalan söylediklerini biliyorlar
Yalan söylediklerini bildiğimizi biliyorlar
Yalan söylediklerini bildiğimizi bildiklerini biliyoruz
Ama hala yalan söylüyorlar…
Sovyetler Birliği’nin Adolf Hitler ile uzlaşma yolu bulmasının savaşı önleyebileceğini, bu yüzden Sovyet halkının savaştan dolayı yaşadığı yıkımın sorumlusunun Stalin olduğunu, Sovyetlere Stalin'in Hitler'den daha çok zarar verdiğini iddia eden Aleksandr Soljenitsin’i tabi ki bu sözlerinden dolayı güzel bir hayat beklemiyordu.
Tıpkı bildiklerini söylemekten çekinmeyen Bahriye Üçok gibi. Turan Dursun gibi. Necip Hablemitoğlu gibi. Uğur Mumcu gibi… Örnekler çoğaltılabilir. Toplumlar kendisine asıl hizmet etmek isteyen, iyiyi güzeli barışı gösterenleri ötekileştirip el birliği ile yok etmeye devam ederse çürüme kaçınılmazdır. Yok etmek istenilenler dokuz köy değil on dokuz köyden kovulmuş olsalar bile toplumun içten içe çürümesi durdurulamaz. Çünkü her biri kendi içinde işlemesi gereken organların damarları kesilmeye devam edilir. Geriye kemikler kalana kadar.