Berna Deveci
Köşe Yazarı
Berna Deveci
 

Bir milletin makus talihi

Mondros Ateşkes Antlaşmasının yürürlüğe girmesi ile işgaller Anadolu’nun her yerinde başlamıştı. Gazeteci Hasan Tahsin’in ilk kurşunu atması kadar Maraş’taki Sütçü İmam’ın direnişi de halkın örgütlü mücadeleye başlamasında büyük etki yaratmıştır. Fakat Milli Mücadele Tarihi’nde İzmir’in işgali, diğer illerdeki işgallerden farklı bir konumdadır. Peki ama neden? İzmir’i diğer şehirlerden farklı kılan neydi? Yunan halkı, Başbakan Venizelos'un savaşta İtilaf Devletleri'nin yanında yer alma fikri ile Kral Konstantin'in tarafsızlık politikası arasında sıkışmış, toplum ikiye bölünmüştü. Bu nedenle 1914’te başlayan savaşa Yunanistan gecikmeli olarak 1917 yılında katıldı ve İtilaf Devletlerinin yanında yer aldı. Savaş bittiğinde, 1919 yılında bozulan güçler dengesinin yeni baştan oluşturulması ve yenilen devletlere kalıcı barış anlaşmaları imzalatılması amacıyla Paris’te bir barış konferansı düzenlendi. Bu konferansta söz alan Yunan Başbakanı Venizelos, ‘’Türkler tarafından girişilecek katliamlar sonucu Hristiyan Halkın tamamen yok edilmesi tehlikesi’’ fikir ve görüşlerini ortaya attı. Bir önceki yazımda bahsettiğim gibi İngiliz halkı savaş yorgunuydu ve İngiltere’de savaş karşıtı sesler yükselmekteydi. Geri çekilmek istemeyen ama içerideki huzursuzluğu da bir şekilde dindirmek zorunda olan İngiltere Başbakanı Lloyd George, aradığı fırsatı yakalamıştı. Yunanistan’ın Hristiyan Halkı koruma bahanesiyle İzmir’e gitmesi fikrine sıcak bakıldı. Yunan birlikleri, 14- 15 Mayıs 1919 tarihinde İngiliz, Fransız ve Amerikan gemileriyle korunarak İzmir’e çıkarıldı. 15 Mayıs sabahı başlayan işgaller, kısa sürede kanlı çatışmalara dönüştü. Türk askerleri ve siviller, Yunan Ordusu tarafından acımasızca yok edilmek istendi. Kadın çocuk denmeden katliamlar başladı, evler yağmalandı. Kısa süre içinde İzmir ve çevre bölgeler abluka altına alındı. Olayları İzmir açıklarında demirledikleri gemilerinden izleyen İngiliz ve Amerikan denizcilerinin bile bu vahşi saldırılara tepki gösterdikleri dönemi anlatan yabancı kaynaklarda geçmektedir. (1) Yunan birliklerinin Anadolu’ya çıkışı ile yüzyıllardır birlikte yan yana, aynı mahallede yaşayan Türkler ile Rumlar bir gün içinde düşman olmuştu. İngiltere ve muktedir devletler perdenin arkasında elleri tertemiz, savaş yorgunu halklarına kulak verirken; Türk halkı kimin dost kimin düşman olduğunu artık kestiremediği yeni bir mücadelenin içine düşürülmüştü. İzmir’in işgali ve katliamlar bu nedenle Türk Halkını derinden üzmüş ve yaralamış; halkın gözünde sözün bitti an olarak değerlendirilmiştir. 1920 yılına gelindiğinde Anadolu Halkının artık Ankara’da sesini duyurduğu bir büyük meclisi ve Kuva-i Milliye (milli kuvvetler) adlı yeni bir silahlı gücü vardı. Fakat bu silahlı güç Yunan kuvvetlerini durdurmaya yetmiyordu. Aynı yıl 22 Haziran’da Yunan Birlikleri, Bursa-Uşak hattını ele geçirdi.  Kuva-i Milliye Batı Cephesi Komutanı Ali Fuad Paşa, emrindeki askerler ile bu saldırıyı önleyememişti. 24 Ekim’de Gediz cıvarına bir karşı saldırı düzenledi. Fakat Çerkez Ethem kuvvetlerinin disiplinsiz, emir-komuta zincirine uymayan davranışları nedeniyle sonuç bir kez daha hüsran ile bitti. Bu ve benzeri olaylar, TBMM’nde tartışılmaya başlandı. Milli kuvvetlerin tek bir elden, düzenli, hiyerarşik olarak yönetilmesi zaruretini gözler önüne sermekteydi: Kuva-i Milliye yerel bir örgütlenmeydi. Başında yerel halktan ağalar ya da efeler bulunuyordu. Hepsi de vatanını çok seven, elini taşın altına sokan, çok değerli gönüllülerdi.  Ama emir almak işlerine gelmiyordu.  Kuva-i Milliye’de bu gönüllü gurupların dışında Mondros ve Sevr anlaşmaları nedeniyle istifa etmiş, Mustafa Kemal safına katılmış, mesleği askerlik olan, askeri okullarda eğitim almış paşalar da bulunuyordu. İşte Efelerin ve ağaların bodoslama, günü kurtaran vur kaç taktikleri ile mesleği askerlik olan Paşaların öngörüleri ışığında düşman ile mücadele edilmesi gerektiği fikirleri çoğu zaman çatışmaktaydı.   1919’dan 1921 sonuna kadar Mustafa Kemal ve mesleği askerlik olan eğitimli paşalar enerjilerini; mücadelenin örgütlü yapılması, tek adam yerine milletin kendi kararlarını kendi iradesi ile vermesi, fikir birliği içinde yol alınmasının gerektiğini halka anlatmaya harcamışlardır. Çok zor ve yıkıcı geçen 3 yıl boyunca, oluşturulmaya çalışılan düzenli birlikler, işgal güçleri ile savaşmak yerine düzenli orduya katılmayı reddeden asi vatanseverler ile çatışarak kaynakların ve zamanın boşa harcanmasına sebep olmuşlardır. İşte Mustafa Kemal’in gururla dile getirdiği ‘’milletin makus talihini yendiği’’ ilk önemli zaferler (1. ve 2. İnönü Zaferleri); Batı Anadolu’da Kuva-i Milliye birliklerinin tasfiye edilmesi, Batı Cephesi Komutanlığı ile Batı ve Güney Cephesi Komutanlığı olarak cephelerin düzenli birliklere ayrılmasından sonra kazanılmış başarılardır. Ben tarihin doğru ve objektif olarak öğrenilmesi gerektiğini savunuyorum. Ezber milliyetçilik yerine ‘’Yurtta sulh dünyada sulh’’ mottosuna gönülden inanıyorum. 30 Ağustos Zafer Bayramımıza günler kala size birkaç gündür perde arkasında, dile getirilmeyen ya da çabucak atlanarak gözlerden kaçan Sakarya Meydan Savaşı ve Büyük Taarruz’a giden süreci farklı bir gözle anlatmak istedim. Her geçen gün biraz daha objektif ve modern eğitim metodlarından uzaklaşan eğitim sistemimizin geldiği nokta içler acısıdır. Bu durumun düzeltilmesi için her bir vatandaşın elinden gelen gayreti göstermesi gerektiğini düşünenlerdenim. Ben ne yapabilirim ki demeyin! En azından çocuğunuzla yaptığınız sohbetlerinizde yanlış ya da eksik gördüğünüz bilgileri ona siz anlatarak doğrusunu öğrenmesini sağlayabilirsiniz. Nasıl ki herkes kapısının önünü süpürünce bütün sokak tertemiz oluyorsa çocuklarımıza doğru ve objektif bilgiler vererek ülkemizde sorgulayan, araştıran, çağdaş bireylerin çoğalmasını, vatan sevgisi ile dolu nesiller yetişmesini sağlayabiliriz. Ormanda çıkan yangına bir damla su götüren karınca misali bütün karıncalar bir araya gelirsek ormanda ne yangın kalır, ne de bir daha ormanı yakmaya cesaret edenler! Yarın Sakarya’dan Büyük Taarruz’a gelişen olayların son bölümünde görüşmek üzere. Kaynakça: Bulut S. (2015), Batı Cephesinde En Sıcak Yıl( 1921): I.İnönü Savaşı’ndan Sakarya Savaşı’na, Sakarya Zaferi ve Haymana III, Ankara Üniversitesi Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü, Ankara, 2015  
Ekleme Tarihi: 29 Ağustos 2024 - Perşembe
Berna Deveci

Bir milletin makus talihi

Mondros Ateşkes Antlaşmasının yürürlüğe girmesi ile işgaller Anadolu’nun her yerinde başlamıştı. Gazeteci Hasan Tahsin’in ilk kurşunu atması kadar Maraş’taki Sütçü İmam’ın direnişi de halkın örgütlü mücadeleye başlamasında büyük etki yaratmıştır. Fakat Milli Mücadele Tarihi’nde İzmir’in işgali, diğer illerdeki işgallerden farklı bir konumdadır.

Peki ama neden? İzmir’i diğer şehirlerden farklı kılan neydi?

Yunan halkı, Başbakan Venizelos'un savaşta İtilaf Devletleri'nin yanında yer alma fikri ile Kral Konstantin'in tarafsızlık politikası arasında sıkışmış, toplum ikiye bölünmüştü. Bu nedenle 1914’te başlayan savaşa Yunanistan gecikmeli olarak 1917 yılında katıldı ve İtilaf Devletlerinin yanında yer aldı. Savaş bittiğinde, 1919 yılında bozulan güçler dengesinin yeni baştan oluşturulması ve yenilen devletlere kalıcı barış anlaşmaları imzalatılması amacıyla Paris’te bir barış konferansı düzenlendi. Bu konferansta söz alan Yunan Başbakanı Venizelos, ‘’Türkler tarafından girişilecek katliamlar sonucu Hristiyan Halkın tamamen yok edilmesi tehlikesi’’ fikir ve görüşlerini ortaya attı. Bir önceki yazımda bahsettiğim gibi İngiliz halkı savaş yorgunuydu ve İngiltere’de savaş karşıtı sesler yükselmekteydi. Geri çekilmek istemeyen ama içerideki huzursuzluğu da bir şekilde dindirmek zorunda olan İngiltere Başbakanı Lloyd George, aradığı fırsatı yakalamıştı. Yunanistan’ın Hristiyan Halkı koruma bahanesiyle İzmir’e gitmesi fikrine sıcak bakıldı. Yunan birlikleri, 14- 15 Mayıs 1919 tarihinde İngiliz, Fransız ve Amerikan gemileriyle korunarak İzmir’e çıkarıldı. 15 Mayıs sabahı başlayan işgaller, kısa sürede kanlı çatışmalara dönüştü. Türk askerleri ve siviller, Yunan Ordusu tarafından acımasızca yok edilmek istendi. Kadın çocuk denmeden katliamlar başladı, evler yağmalandı. Kısa süre içinde İzmir ve çevre bölgeler abluka altına alındı. Olayları İzmir açıklarında demirledikleri gemilerinden izleyen İngiliz ve Amerikan denizcilerinin bile bu vahşi saldırılara tepki gösterdikleri dönemi anlatan yabancı kaynaklarda geçmektedir. (1) Yunan birliklerinin Anadolu’ya çıkışı ile yüzyıllardır birlikte yan yana, aynı mahallede yaşayan Türkler ile Rumlar bir gün içinde düşman olmuştu. İngiltere ve muktedir devletler perdenin arkasında elleri tertemiz, savaş yorgunu halklarına kulak verirken; Türk halkı kimin dost kimin düşman olduğunu artık kestiremediği yeni bir mücadelenin içine düşürülmüştü. İzmir’in işgali ve katliamlar bu nedenle Türk Halkını derinden üzmüş ve yaralamış; halkın gözünde sözün bitti an olarak değerlendirilmiştir.

1920 yılına gelindiğinde Anadolu Halkının artık Ankara’da sesini duyurduğu bir büyük meclisi ve Kuva-i Milliye (milli kuvvetler) adlı yeni bir silahlı gücü vardı. Fakat bu silahlı güç Yunan kuvvetlerini durdurmaya yetmiyordu. Aynı yıl 22 Haziran’da Yunan Birlikleri, Bursa-Uşak hattını ele geçirdi.  Kuva-i Milliye Batı Cephesi Komutanı Ali Fuad Paşa, emrindeki askerler ile bu saldırıyı önleyememişti. 24 Ekim’de Gediz cıvarına bir karşı saldırı düzenledi. Fakat Çerkez Ethem kuvvetlerinin disiplinsiz, emir-komuta zincirine uymayan davranışları nedeniyle sonuç bir kez daha hüsran ile bitti. Bu ve benzeri olaylar, TBMM’nde tartışılmaya başlandı. Milli kuvvetlerin tek bir elden, düzenli, hiyerarşik olarak yönetilmesi zaruretini gözler önüne sermekteydi: Kuva-i Milliye yerel bir örgütlenmeydi. Başında yerel halktan ağalar ya da efeler bulunuyordu. Hepsi de vatanını çok seven, elini taşın altına sokan, çok değerli gönüllülerdi.  Ama emir almak işlerine gelmiyordu.  Kuva-i Milliye’de bu gönüllü gurupların dışında Mondros ve Sevr anlaşmaları nedeniyle istifa etmiş, Mustafa Kemal safına katılmış, mesleği askerlik olan, askeri okullarda eğitim almış paşalar da bulunuyordu. İşte Efelerin ve ağaların bodoslama, günü kurtaran vur kaç taktikleri ile mesleği askerlik olan Paşaların öngörüleri ışığında düşman ile mücadele edilmesi gerektiği fikirleri çoğu zaman çatışmaktaydı.  

1919’dan 1921 sonuna kadar Mustafa Kemal ve mesleği askerlik olan eğitimli paşalar enerjilerini; mücadelenin örgütlü yapılması, tek adam yerine milletin kendi kararlarını kendi iradesi ile vermesi, fikir birliği içinde yol alınmasının gerektiğini halka anlatmaya harcamışlardır. Çok zor ve yıkıcı geçen 3 yıl boyunca, oluşturulmaya çalışılan düzenli birlikler, işgal güçleri ile savaşmak yerine düzenli orduya katılmayı reddeden asi vatanseverler ile çatışarak kaynakların ve zamanın boşa harcanmasına sebep olmuşlardır.

İşte Mustafa Kemal’in gururla dile getirdiği ‘’milletin makus talihini yendiği’’ ilk önemli zaferler (1. ve 2. İnönü Zaferleri); Batı Anadolu’da Kuva-i Milliye birliklerinin tasfiye edilmesi, Batı Cephesi Komutanlığı ile Batı ve Güney Cephesi Komutanlığı olarak cephelerin düzenli birliklere ayrılmasından sonra kazanılmış başarılardır.

Ben tarihin doğru ve objektif olarak öğrenilmesi gerektiğini savunuyorum. Ezber milliyetçilik yerine ‘’Yurtta sulh dünyada sulh’’ mottosuna gönülden inanıyorum. 30 Ağustos Zafer Bayramımıza günler kala size birkaç gündür perde arkasında, dile getirilmeyen ya da çabucak atlanarak gözlerden kaçan Sakarya Meydan Savaşı ve Büyük Taarruz’a giden süreci farklı bir gözle anlatmak istedim. Her geçen gün biraz daha objektif ve modern eğitim metodlarından uzaklaşan eğitim sistemimizin geldiği nokta içler acısıdır. Bu durumun düzeltilmesi için her bir vatandaşın elinden gelen gayreti göstermesi gerektiğini düşünenlerdenim. Ben ne yapabilirim ki demeyin! En azından çocuğunuzla yaptığınız sohbetlerinizde yanlış ya da eksik gördüğünüz bilgileri ona siz anlatarak doğrusunu öğrenmesini sağlayabilirsiniz. Nasıl ki herkes kapısının önünü süpürünce bütün sokak tertemiz oluyorsa çocuklarımıza doğru ve objektif bilgiler vererek ülkemizde sorgulayan, araştıran, çağdaş bireylerin çoğalmasını, vatan sevgisi ile dolu nesiller yetişmesini sağlayabiliriz. Ormanda çıkan yangına bir damla su götüren karınca misali bütün karıncalar bir araya gelirsek ormanda ne yangın kalır, ne de bir daha ormanı yakmaya cesaret edenler!

Yarın Sakarya’dan Büyük Taarruz’a gelişen olayların son bölümünde görüşmek üzere.

Kaynakça:

  1. Bulut S. (2015), Batı Cephesinde En Sıcak Yıl( 1921): I.İnönü Savaşı’ndan Sakarya Savaşı’na, Sakarya Zaferi ve Haymana III, Ankara Üniversitesi Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü, Ankara, 2015

 

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve okurmedya.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.