Yüzümüzün bilinmeyen yüzü: Fizyonomi

Söyleşi: Taha Yasin Kaya (stajyer) 

Toplumda genel olarak yüz hatları belirgin, çatık kaşlı bireylerin suça daha meyilli olduğu düşünülür. Bu yaklaşım doğru bir bakış açışı mı, yoksa önyargı mı? Bu soruların cevabı en basit anlatımla insanların yüzlerindeki fiziksel özelliklerden karakteristik davranışları ve biyolojik durumları inceleyen Fizyonomi biliminde saklı.  Fizyonomi alanında çalışan araştırmacı yazar, bilim insanı Dr. Murat Kaplan ile insan yüzündeki saklı sırları konuştuk.

Hocam, Fizyonomiyi nasıl tanımlarsınız?

İnsanların yüzlerindeki fiziksel özelliklerden yola çıkarak karakteristik davranışlarını veya biyolojik durumlarını tahmin etme çabasıdır. Kökeni binlerce yıl öncesine, Antik Çin’in “Miyan Şiyang” ekolüne ve Avrupa'nın morfolojik yaklaşımlarına dayanır. Tarihi boyunca, fizyonomi insanların biyolojik ve fizyolojik durumlarını belirlemek için başvurulan bir yöntem olarak öne çıkmıştır. Özellikle eski dönemlerde, modern tıbbın sunduğu laboratuvar imkanları bulunmadığından, hekimler yüz hatlarındaki ince detaylardan yola çıkarak teşhisler yapmaya çalışmışlardır.

Antik Yunanda Hipokrat ve Aristo, yüz hatlarının bireylerin kişilik özellikleriyle bağlantılı olabileceğini savunmuş ve bu görüşlerini yazılı eserlerinde dile getirmiştir. Uzak Doğu’da ise özellikle geleneksel Çin tıbbı temelli yüz okuma yöntemlerinden biri olan Miyan Şiyang, bireylerin yüz hatlarındaki belirli özellikler üzerinden yaşam enerjisi ve kişilik analizleri sunmuştur. Batıda ise fizyonomi ismiyle, morfolojik ve tipolojik yaklaşımlarla bireylerin davranışlarını eşleştirme çabası olarak şekillenmiştir.

 

Kriminoloji ve fizyonomi: suça meyil yüzden okunabilir mi?

Fizyonomi ve suç bilimi arasındaki bağlantı tarih boyunca tartışmalı bir konu olmuştur. Bu tartışmalarda öne çıkan isimlerden biri 19. yüzyılda yaşamış İtalyan kriminolog ve askeri bir hekim olan Cesare Lombroso’dur. Lombroso, bir bireyin suç işleme eğilimlerinin yüz hatlarıyla ilişkilendirilebileceğini savunmuş ve bu konudaki iddialarını cezaevlerindeki mahkumlar üzerinde yaptığı çalışmalarla desteklemeye çalışmıştır. Lombroso’ya göre, insan biyolojisi doğrudan davranışları etkiler ve bu biyolojik özellikler, kişinin yüzüne mühürlenmiş bir şekilde görülebilirdi.

Ancak bu teori, etik sorunlar ve yetersiz bilimsel kanıtlar nedeniyle dönemin bilim çevreleri tarafından eleştirilmişti. Lombroso’nun görüşleri, insan haklarına aykırı olarak damgalama ve sınıflandırma çabası olarak görülmüş ve büyük ölçüde reddedilmiştir. Yaklaşık yüzyıl sonra, bazı modern bilimsel çalışmalar Lombroso’nun bazı iddialarını doğrulayan sonuçlar elde etmiş olsa da, fizyonomi ve suç eğilimleri arasındaki bağlantılar hala şüpheyle değerlendirilmektedir.

 

 SUÇ VE ŞİDDET FARKLI ŞEYLERDİR

Suç ve şiddet kavramları arasındaki fark, hukuk ve bilim dünyasında sıkça tartışılan bir konudur. Şiddet, bir davranış biçimi olarak tanımlanırken, suç hukuki kriterler çerçevesinde değerlendirilen bir durumdur. Bilimsel çalışmalar, daha sert yüz hatlarına sahip bireylerin toplum tarafından daha suçlu algılanabileceğini ortaya koymuştur. Bu algı, yargı süreçlerinde kararları etkileyebilecek bir faktör olarak öne çıkabilmektedir.

“Genetik silahı doldurur, tetiği çevre çektirir”

Günümüzde bilim insanları, bireylerin davranışlarını anlamak için daha kapsamlı bir yaklaşım benimsemektedir. Davranışların şekillenmesinde genetik faktörlerin yanı sıra çevresel, sosyoekonomik ve bilişsel unsurların bir arada değerlendirilmesi gerektiği vurgulanmaktadır. (Modern yaklaşımlardan biri olan biyopsikososyal model, insan tanımada daha etkin bir yöntem olarak benimsenmektedir.) Fizyonomi, bu çok boyutlu analizlerin içinde yalnızca küçük bir yer tutmaktadır.

“Genetik silahı doldurur, tetiği çevre çektirir” yaklaşımı, modern kriminolojinin bu konuda izlediği temel yolları özetler. Çevresel koşulların, bireyin genetik olarak taşıdığı eğilimleri şekillendirme ve yönlendirme gücü olduğu belirtilir. Beslenme, eğitim, sosyokültürel ve ekonomik durum gibi faktörler, davranışlar üzerinde güçlü bir etkiye sahiptir.

DIŞ GÖRÜNÜM YARGI KARARLARINI ETKİLER Mİ?

Araştırmalar, yargı süreçlerinde sanıkların fiziksel görünümün kararları etkileyebileceğini göstermektedir. Amerika Birleşik Devletleri’nde jüri üyelerinin, sanıkların fizyolojik ve dış görünüm özelliklerinden bilinçaltı düzeyde etkilenebileceği saptanmıştır. Jüri seçimi ve dava süreçlerindeki değerlendirmelerde bireylerin dış görünüşü, fizyolojik verileri ve hatta kıyafet tercihleri bile yargı sürecini yönlendirebilir.

Dava süreçlerinde fizyonomiyle ilişkili bu gibi etkiler, adil yargılama konusunda etik tartışmalara yol açmaktadır. Özellikle sanıkların kravat takma veya takım elbise giyme gibi seçimlerle yargı organlarını etkileyebilme ihtimali, bu tartışmaların merkezinde yer almıştır.

 

BESLENME DÜZENİ SUÇLU PROFİLİNİ NE KADAR ETKİLER?

Suçlu davranışlarını anlamaya yönelik cezaevi çalışmaları, beslenme düzeninin suçlu profili üzerindeki etkilerini araştırmıştır. Kuzey Avrupa’da yapılan deneysel çalışmalar, tutukluların beslenme düzenindeki değişikliklerin taşkınlıklar, grup çatışmaları ve yaralamalı kavgaların azalmasını sağladığını ortaya koymuştur. Bu yeni diyet programları, bireylerin davranışları üzerinde olumlu etkiler yaratmış ve sosyal etkinliklerin katkısıyla bu etkiler daha da artırılmıştır.

Bu bulgular, bireyin suç eğilimlerinin sadece genetik veya fizyolojik özelliklere dayandırılmasının eksik bir değerlendirme olabileceğini, çevresel faktörlerin de büyük önem taşıdığını bir kez daha göstermektedir.

 

Hormonal Değerler ve Adalet Hukuk Sisteminde Yeni Boyut

Endokrinin insan karakteri üzerindeki etkisi

1900’lü yılların başlarında endokrin biliminin gelişmesiyle birlikte, hormonal değerlerin insan davranışları üzerindeki etkisi daha net bir şekilde anlaşılmaya başlandı. Bu dönemde, Boston’da yaşanan bir cinayet vakası, adalet sisteminde biyolojik faktörlerin dikkate alınmasının ilk örneklerinden biri olarak tarihe geçti. İki varlıklı Harvard öğrencisinin bir başka öğrenciyi vahşice öldürdüğü bu davada, dedektifler suçluları tespit ettikten sonra ailelerin devreye girmesiyle olay farklı bir boyut kazandı.

Sanıkların hormonal değerleri incelendiğinde, her iki gencin de normalin çok üzerinde endokrin seviyelerine sahip olduğu tespit edildi. Bu bulgu, ölüm cezalarının müebbet hapse çevrilmesine yol açtı. Bu vaka, biyolojik faktörlerin hukuk süreçlerinde nasıl bir rol oynayabileceğine dair önemli bir örnek teşkil etti. Günümüzde bu tür yaklaşımlar, sinir-bilimsel hukuk (nöro-hukuk) adı verilen yeni bir disiplinin temelini oluşturuyor.

 

HORMONAL DEĞİŞİMLERİN SUÇ EYLEMİNE ETKİSİ NEDİR?

Araştırmacı Dr. David Perret, insan davranışlarının büyük ölçüde biyolojik etkiler altında şekillendiğini savunuyor. Perret’e göre, hormonal değişiklikler ve genetik faktörler, bireylerin tepkilerini ve kararlarını doğrudan etkileyebilir. Bu durum, hukuk sisteminde dikkate alınması gereken önemli bir unsur olarak değerlendiriliyor.

Örneğin, Amerika’nın bazı eyaletlerinde kadınların adet dönemlerinde yaşadığı hormonal değişikliklerin, şiddet içeren davranışlara yol açtığı durumlarda ceza indirimi uygulanması tartışılmıştır. Bu tür örnekler, bireylerin biyolojik durumlarının davranış kodlarını nasıl etkileyebileceğine dair önemli veriler sunmaktadır.

 

YARGI SÜREÇLERİNDE BİYOLOJİK FAKTÖRLERİN ROLÜ NELERDİR?

Araştırmalar, sanıkların fizyolojik özelliklerinin ve dış görünüşlerinin, yargı süreçlerinde algıyı ve kararları etkileyebileceğini göstermektedir. Daha sert yüz hatlarına sahip bireylerin, şiddete daha meyilli ve dolayısıyla da suçlu algılanabilmesi gibi durumlar, adalet sisteminde etik tartışmalara yol açmaktadır. Bu tür algılar, yargı kararlarını bilinçsiz bir şekilde etkileyebilir ve adil yargılama ilkesine zarar verebilir. Testosteron ve Davranışlar: Şiddet Algısının Biyolojik Temelleri

Bilimsel araştırmalar, testosteron seviyeleri yüksek bireylerin daha asabi ve öfke kontrolü sorunlarına yatkın olabileceğini ortaya koyuyor. Testosteron artışı, bireylerde dürtüsel davranış riskini artırırken, östrojen artışı analitik ve daha akılcı değerlerin ön plana çıkmasına neden olabilir. Bu bulgular, fizyonomik özelliklerin bir kişinin algısal değerlendirilmesinde nasıl rol oynadığını anlamaya ışık tutuyor.

Daha sert yüz hatlarına sahip bireyler – keskin çene yapısı, düşük kaş kemikleri ve kemikli yüz hatları gibi – toplum tarafından daha şiddete meyilli olarak algılanabiliyor. Ancak bu algılar, yalnızca biyolojik gerçeklere değil, aynı zamanda kültürel hikayelere ve toplumsal önyargılara dayandırılabiliyor. Örneğin, geniş gözler gibi östrojenle ilişkilendirilen özellikler bireyleri daha masum veya güvenilir olarak gösterebilir. Bu durumun çocuksu görünüşle ilgili olduğu iddiası da literatürde yer bulmuştur.

 

Bazı yüz özellikleri şiddet veya suç eğilimi ile ilişkilendirilmiş olabilir

Algı, kişinin kendisi veya başkaları hakkındaki hikayeleriyle şekillenir. Toplumda ve özellikle adalet sistemi içinde, algının yanıltıcı doğası dikkat çekici bir risk teşkil edebilir. Hakimler ve savcılar gibi hukuku temsil eden bireylerin zihinlerinde, bazı yüz özellikleri şiddet veya suç eğilimi ile ilişkilendirilmiş olabilir. Bu tür önyargılar, adaletin tarafsızlığını tehlikeye atabilir. Dahası, bu algılar yalnızca bireysel düzeyde kalmayabilir; ırksal ve etnik profillemeyi de tetikleyebilir. Bilim insanları, yargı süreçlerinde bu tür önyargılardan kaçınılması gerektiğini vurgulayarak, bu hassasiyetin herkesin sorumluluğu olduğuna dikkat çekiyor.

Araştırmalar, toplumun dar yüz hatları, kemikli yüz yapısı ve düşük kaş kemikleri gibi özellikleri daha tehditkâr bulma eğiliminde olduğunu ortaya koyuyor. Bunun aksine, daha yuvarlak hatlara veya geniş gözlere sahip bireyler masumiyet ve güvenilirlik duygusu uyandırabiliyor. Bu durum, adalet sisteminde yalnızca fiziksel görünüşe dayalı bir algıyla karar verilmesinin büyük bir risk taşıyabileceğini gösteriyor. Bilimsel çalışmalar, önyargılardan arınmış bir adalet sistemi için fiziksel görünüşe dayalı algıların farkında olunması gerektiğini vurguluyor. Sinir-bilimciler, bireylerin biyolojik durumlarının davranışlarına etkisini araştırmaya devam ederken, etik çerçevede hareket etmek tüm disiplinlerin ortak sorumluluğu olarak değerlendiriliyor. Fizyonomi, testosteron ve östrojen gibi biyolojik göstergelerle şekillenen algılara dair değerli bilgiler sunabilir. Ancak bu bilgiler, tek başına bireylerin davranışlarını anlamak için yeterli değildir ve her zaman çok daha geniş bir perspektiften ele alınmalıdır.

Bazı ülkelerde yüz tanıma teknolojileri kullanılıyor

Bazı ülkelerde yüz tanıma teknolojilerinin daha geniş ölçekli uygulamalarına rastlanmaktadır. Örneğin, Çin’de bir dönem denenen sosyal kredi sistemi, çok sayıda kamera aracılığıyla bireylerin davranışlarını ve yüz ifadelerini gözlemleyerek sosyal puanlama yapmıştır. Bu sistem, bireylerin güvenilirliğini değerlendirmek için tasarlanmış olsa da ciddi etik ve insan hakları kaygılarına yol açmıştır. Batıda ise kişisel verilerin korunmasıyla ilgili sıkı düzenlemeler, bu tür teknolojilerin kullanımını sınırlamaktadır. Ancak güvenlik amaçları doğrultusunda bazı kurumlar, suç eğilimi gösterebilecek bireyleri önceden tespit etmek için yapay zekanın gücünü kullanmayı sürdürmektedir. Örneğin, mikro ifade analizi, rehine krizlerinde kişinin birkaç milisaniyelik mimiklerinden davranış olasılıklarını hesaplamak için kullanılabilir. Bu hızlı ve kapsamlı veri analizinin, güvenlik gerektiren durumlarda etkili bir araç olarak kullanılabilmesi olasılığı değerlendirilmektedir.

 

BİREYLERİN GÖRÜNÜŞLERİ İLE SUÇA EĞİLİMLİ OLUP OLMADIKLARINI İLİŞKİLENDİRMEK DOĞRU BİR YAKLAŞIM MI?

Araştırmalar, dar ve kemikli yüz hatlarına sahip bireylerin toplum tarafından tehditkâr veya şiddete yatkın olarak algılanabileceğini göstermektedir. Buna karşın, iri gözler gibi masumiyet algısını pekiştiren özelliklerin daha güvenilir bulunması, fizyonomi ve suçlu algısı tartışmalarını karmaşıklaştırmaktadır. Adalet sisteminde algılar, karar süreçlerini etkileyebilecek bir risk unsuru olarak değerlendiriliyor. Hakimler veya savcıların önyargıları, bireylerin fiziksel görünüşleriyle suç eğilimlerini ilişkilendirmelerine yol açabilir. Bu durum, hukukun tarafsızlığı ilkesine zarar verebilir ve ırksal veya etnik profillemeyi de tetikleyebilir.

 

AZ ÖNCE YÜZ TANIMA SİSTEMİNDEN BAHSETTİNİZ. TEKNOLOJİ VE YAPAY ZEKÂNIN FİZYONOMİDE ROLÜ NEDİR?

 

Yapay zekâ teknolojileri, son yıllarda güvenlik ve hukuk alanında büyük adımlar atmıştır. Fiziksel yüz hatlarını analiz ederek bireylerin davranış potansiyellerini değerlendiren yapay zekâ, şiddet yüzünü bazı fiziksel verilerden tespit etme ihtimalini tartışmaya açtı. Ancak bu tür yaklaşımlar, etik ve insan hakları açısından karmaşık bir zeminde değerlendirilmektedir. Kriminoloji alanında yapılan çalışmalar, bireylerin yüz hatlarının öfke kontrol sorunları, dürtüsel davranışlar ve hatta şiddete yatkınlık gibi eğilimlere dair ipuçları verebileceğini öne sürmüştür. Örneğin, testosteron seviyeleri yüksek bireylerin daha asabi davranışlar sergileyebileceği belirtilirken, daha yumuşak yüz hatlarının masumiyet algısını güçlendirdiği bulunmuştur. Ancak bu tür algılar, kişisel özellikler ve biyolojik göstergelerle birebir örtüşmeyebilir ve toplumda önyargılar oluşturabilir.

Genetik silahı doldurur, çevresel faktörler ise tetiği çektirir

Yapay zekâ, bireylerin yüz hatlarından hareketle öngörüsel analiz yapabilir. Ancak tüm bu algılar, bireylerin gerçek suç işleme eğilimleriyle doğrudan bağlantılı değildir. Sosyoekonomik ve çevresel faktörlerin bireylerin davranışlarını şekillendirmede daha belirleyici olduğu bilinmektedir. Genetik ve biyolojik faktörlerin yanı sıra, çevresel etkiler bireylerin yaşam tarzını ve seçimlerini büyük ölçüde yönlendirebilir. Kriminolojide sıkça kullanılan bir ifade şunu söyler: “Genetik silahı doldurur, çevresel faktörler ise tetiği çektirir.” Bu bağlamda, yapay zekâ teknolojileri, bireylerin davranışlarına dair tahminler sunabilir, ancak bu tahminlerin önyargılardan uzak ve etik çerçeve içinde yapılması gerekir.

Günümüzde fizyonomi, insan yüzünden karakter veya güvenilirlik gibi özellikler çıkarmaya yönelik bir disiplin olarak tartışılmaya devam ediyor. Ancak bilim dünyası, fizyonominin adli süreçlerde kullanımı konusundaki çekincelerini güçlü bir şekilde dile getirmekte. Uzmanlar, bu yöntemin hala bilimsel bir temele dayanmaktan uzak olduğunu ve adli bilimlerde doğrudan bir karar mekanizması olarak kullanılmasının riskler barındırabileceğini ifade ediyor.

Adli bilimler alanında güvenilir ve kanıta dayalı yöntemlerin önemi vurgulanıyor. Dr. Kaplan da aynı şekilde kişinin fizyolojik görüntüsüne dayanarak yapılan çıkarımların subjektif olasılıklarla sınırlı olduğu ve bu tür yaklaşımların karar mekanizmalarına yansımaması gerektiğini belirtiyor. Uzmanlar, bu tür bilgilerin yalnızca yardımcı veri olarak değerlendirilmesinin daha sağlıklı olabileceğini ifade ediyor.

Bilim insanları, gelecekte yapay zekâ ve biyolojik analiz yöntemlerinin, insan duygusal durumlarının daha sistematik bir şekilde analiz edilmesine olanak tanıyacağını öngörüyor. Ancak şu anki koşullarda, adli süreçlerde insanın özgürlüğüne ve güvenliğine dair hassas kararlar alınırken, bu tür yaklaşımların yalnızca destekleyici araçlar olarak kullanılması gerektiği vurgulanıyor.

Sempatik seri katil Ted Bundy

Suç dünyasında psikoloji ve fizyonominin yeri, uzun zamandır tartışılmaya devam ediyor. Suç tarihinin bilinen isimlerinden Ted Bundy, bu tartışmaya önemli bir örnek olarak gösteriliyor. Bundy, pek çok kişi tarafından karizmatik ve yakışıklı bir kişi olarak tanımlanmış; hatta, mahkûmiyet sürecinde birçok kadın, onunla evlenmek ya da görüşmek istemiştir. Ancak, bu yüzeysel değerlendirmeler, Bundy'nin insanlık dışı ve acımasız suçlarını gölgeleyememiştir. Uzmanlar, bir kişinin yüz hatlarından suç işleme eğilimini çıkarmanın bilimsellikten uzak ve önyargılara açık bir yaklaşım olduğunun altını çiziyor. Tarih boyunca, "bebek yüzlü" olarak tanımlanan şiddet eğilimli bireylerden, daha sert yüz hatlarına sahip olanlara kadar geniş bir yelpazede suç örnekleri bulunmaktadır. Bu da fizyonominin adli bilimlerde tek başına bir araç olarak kullanılmasının sakıncalarını gözler önüne seriyor.

SUÇ EĞİLİMİNDE FİZYOLOJİK GÖSTERGELER Mİ YOKSA PSİKOLOJİK TESTLER Mİ DAHA ÖNEMLİ?

 

Adli bilimler alanında güvenilir ve kanıta dayalı yöntemlerin önemi vurgulanıyor. Dr. Kaplan da aynı şekilde kişinin fizyolojik görüntüsüne dayanarak yapılan çıkarımların subjektif olasılıklarla sınırlı olduğu ve bu tür yaklaşımların karar mekanizmalarına yansımaması gerektiğini belirtiyor. Uzmanlar, bu tür bilgilerin yalnızca yardımcı veri olarak değerlendirilmesinin daha sağlıklı olabileceğini ifade ediyor.

 

Kriminologlar, suç eğilimini anlamada fizyolojik göstergeler yerine psikolojik testler ve detaylı analizlerin daha etkin bir yol olduğunu belirtiyor. Psikopat eğilimlerin tespiti, genellikle profesyonel psikologlar veya psikiyatrlar tarafından uygulanan detaylı testlerin sonucunda elde edilebiliyor. Bununla birlikte, bazı ülkelerde hala polis teşkilatlarının, fizyonomi tabanlı profil çıkarma yöntemlerini belirli ölçülerde kullandığı söyleniyor. Ancak bu tür yaklaşımlar genellikle sorgulama tekniklerini yönlendirmek amacıyla, sadece yardımcı bir veri olarak değerlendiriliyor. Türkiye'deki gelişmeler ise adli bilimlerin daha çok somut ve kanıt odaklı laboratuvar çalışmalarına dayandığını gösteriyor. Ancak adli psikoloji alanında da ilerlemeler kaydedilmekte; şiddet vakaları ve velayet davalarında, psikolog desteğiyle daha adil süreçler yönetilmektedir.

Verdiğiniz kıymetli bilgiler için teşekkür ederim

Ben teşekkür ederim.